Büyüknohutçu’dan seçim manifestosu

Siyaset 17.03.2024 - 20:16, Güncelleme: 17.03.2024 - 20:16
 

Büyüknohutçu’dan seçim manifestosu

Antalya Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı’na bağımsız aday olan Emine Büyüknohutçu seçim manifestosu yayınladı
Okur Medya - Doğa ve çevre söylemleriyle öne çıkan Antalya Büyükşehir Belediyesi Bağımsız Başkan Adayı Emine Büyüknohutçu,  seçim manifestosu yayınladı. Büyüknohutçu’nun manifestosu şu şekilde: Emine Büyüknohutçu kimdir? 8 Mart 1985 tarihinde Antalya’nın Muratpaşa ilçesinde dünyaya geldim. Ortaokul yıllarında Antalya’nın yerel karikatür ve kültür dergisi olan Kaktüs Dergisi’nde karikatür çizerliğine başlayarak Türkiye’nin ilk kadın karikatüristi ünvanını aldım. Eğitim hayatımı ATSO Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Resim Bölümü ve lisans eğitimimi Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarımı Bölümü’nde tamamladım. 2019 yılından bu yana bir reklam ajansı sahibiyim. 2023 yılında Türkiye İşçi Partisi tarafından Antalya 5. Sıra milletvekili adayı ve 2024 yerel seçimlerinde TİP Muratpaşa  Belediye Başkan adayı olarak gösterildim. Ancak süreç içerisinde partiye sunduğum ayrıntılı gerekçelerle Türkiye İşçi Partisi’nden istifa ettim ve Muratpaşa Belediye  Başkanlığı adaylığından çekildim. Mevcut durum itibariyle Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı bağımsız adayı olarak yoluma devam ediyorum. Siyasete ilginiz ve aktif katılım süreciniz nasıl gerçekleşti? Çevreci ve doğa savunucusu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Bu sebeple, aktivizm ve siyaset hayatımın bir çok  alanında her zaman varlık gösterdi. Ancak toplumsal mücadeleye aktif biçimde katılımım hayatımın trajik bir dönüm noktasına denk gelmektedir: Annem Aysin Büyüknohutçu ve babam Ali Ulvi Büyüknohutçu’yu 9 Mayıs 2017’de, Finike’de doğayı, ranta karşı koruma mücadelesi verdikleri bir süreçte,  evlerinde uğradıkları silahlı saldırı sonucu kaybettim. Kamuoyuna “çevreci çifte yönelen saldırı’’ olarak yansıyan bu olay halk vicdanında yer buldu ve bir dayanışma ortaya çıktı. Dolayısıyla bu tarihten sonra hayatımda büyük bir kırılma yaşandı. Bu dava için verdiğim hukuk mücadelesi politik bir mücadeleye dönüştü. Bu saldırı her ne kadar bireysel hayatımda büyük bir acıyı temsil etse de, konuyu hiçbir zaman kişisel alana dair kabul etmedim. Bu ülkenin toprağına, suyuna, havasına sahip çıkan insanlara yapılan bu saldırıyı bütün olarak halka yapılmış kabul ettim. O günden bu yana ailemin toplum için savunduğu değerleri savunmak için ben de siyasal mücadelenin içerisinde yerimi  aldım. Türkiye İşçi Partisi’nden istifa etmeniz ve Muratpaşa Belediye başkan adaylığından çekilme sürecinizden bahseder misiniz? Türkiye İşçi Partisi’ne adalet, insan hakları ve demokrasi mücadelesi gibi temel değer ve motivasyonlarla katılmıştım; aynı değerleri muhafaza edebilmek için de istifa ettim. Aslında istifamı gerektiren etkenler, bir bütün olarak tüm siyasî partiler için söyleyeceklerimden farklı değil. Gelinen aşamada siyasî partiler hem kendi tabanlarından hem de halktan kopuk antidemokratik yapılar haline gelmiştir. İç işleyişteki bu temel sıkıntılar siyasî partileri, siyasî mücadele için elverişsiz hale getirmiş durumda. Bunu, partili ve örgütlü mücadeleye inanan biri olarak söylüyorum. Ülkenin insan hakları, demokrasi ve asgari yaşam standartları bakımından geldiği acı tabloda, siyasî iktidar kadar onun yönetim anlayışından öykünen muhalif partilerin de payı var. Eğer gerçekten mücadeleye elverişli bir siyasî parti ortaya çıkacaksa, bu bağımsız gelişecek bir halk dayanışmasının ürünü olabilecektir. Siyasî partilerin mevcut hali maalesef bir geriye gidişi temsil ediyor. Bunlar istifamın genel sebepleridir. İç işleyişe ilişkin gözlemlediğim özel sebepleri parti yönetimine ayrıntılı olarak sunduğum için bu konularla ilgili ayrıntılı görüş bildirmeyi, siyasî etik anlayışım gereğince uygun bulmuyorum. Yolunuza bağımsız aday olarak devam etme kararınız bu gerekçelere mi dayanıyor? En genel haliyle verebileceğim cevaplar bunlardır. Mevcut siyasî partilerin yerleştirdiği statükodan ayrılmaksızın ve bundan arınmaksızın yerel seçim düzeyinde bile olsa, bir çabanın ortaya konulamayacağı kanaatine vardım. Siyasî partilerin 20 Şubat tarihi itibariyle sona eren aday belirleme süreçlerini hepimiz gözlemledik. Aday belirleme kriterleri halk eğilimini yansıtmadığı gibi, partilerin kendi tabanından da kopuk, tepeden dizayn edilen bir karaktere sahiptir. Aday seçimlerinde parti içi statü ve ekonomik gücün belirleyici olduğu açıktır. Antalya özelinde konuşursak, aylardır siyasî partiler arasında kimin nereye aday olacağına yönelik tabir-i caizse bir iç savaş yaşıyor. Şehrin ulaşım, konut, göç yönetimi, tarım sorunu, orman yangınları ve diğer çevre sorunları gibi birçok sorunu var. Eskiden nezaketen de olsa, bu konulara değinilirdi. Artık her şey, keskin siyasî kutuplaşmanın getirdiği oy konforuyla çözümleniyor. Şu ana kadar Antalya şehri ile ilgili aday isimleri ve sloganlar dışında şehrin sorunlarına yönelik nitelikli bir tartışma ortaya konulmuş değil. Antalya şehri benim için çok değerli. Bu şehrin toprağını, havasını, suyunu savunmak kıymetli annemin ve  babamın hayatına maloldu. Dolayısıyla Antalya’nın halkı için bu şehri  savunmak,  bana onların bıraktığı bir ödevdir. Bu sebeple ilke ve etiğin gözetilmediği, halka yabancılaşmış siyasî partilerde bunun mücadelesini vermek yerine halk dayanışmasına dayanan bağımsız bir seçenek inşa etmeyi hedefliyorum. Yolunuza Muratpaşa yerine Büyükşehir Belediyesi adaylığı üzerinden devam etme sebebiniz nedir? Sizi bu kararı almaya sevk eden düşünce nedir? Öncelikle yerel seçimler Antalya Büyükşehir Belediyesi özelinde iki kutuplu bir politikaya mahkûm edilmiş durumda. Gerek yerel politikalar gerekse aday belirleme süreçlerinin dışında bırakılmış olan halk, oy verme işleminde sanki ‘’iki meşru seçenek’’ varmışçasına bir mecburiyet içinde bırakılıyor. Bunun arka planı da yıllardır işlenen ‘’oy bölme propagandası’’ üzerinden yapılıyor. Antalya Büyükşehir Belediyesi merkez ilçelerden farklı olarak yıllar içerisinde AKP ve CHP arasında el değiştirmiş bir sürece sahip. Bu değişiklik durumu bizlere AKP ve CHP yönetimleri arasındaki kopuş ve süreklilikleri bir laboratuvar gibi gözlemleme imkânı veriyor. Her iki yönetim mantığında da imar rantı, çevre tahribatı, kıyıların yağmalanması, halkın konut ve ulaşım sorununa duyarsızlık, ihalecilik anlayışı, iç işleyiş ve personel istihdam mantığı gibi birçok konuda tam bir devamlılık ve mutabakat var. Hatta çok keskin kutuplaşma içinde olan bu partilerin adaylarının, sembolik düzeyde bile olsa birbirlerine eleştiri yöneltmediğini görüyoruz. Bu konu özellikle çarpıcıdır. Bizler (ben ve ekibim) belediyeciliği, bugüne kadar yerelde görev almış büyükşehir belediyesi yöneticilerinin çoğunluğunun yaptığı gibi, rant ve talanın özel bir biçimi olarak görmüyoruz. Belediyeciliği, varlık sebebine uygun olarak, halkın barınma, eğitim, ulaşım, konut sorunu bakımından ve tüm kamu hizmetlerinde kamucu ve halktan yana tavır alan misyonuna tekrar döndürme hedefindeyiz. Belediyecilik;  birkaç şirketin imar ve ulaşım rantı üzerine kurulu faaliyetler zincirinden oluşamaz. AKP ve CHP de dahil olmak üzere; bu işleyiş yıllardır Antalya halkının sırtında yük olarak devam etmektedir. Dolayısıyla bu suça ortak olmamak ve halka alternatif bir seçenek yaratmak, daha doğrusu bir seçeneği hep birlikte dayanışmayla var etmek için bağımsız aday olmayı tercih ettim. Tüm bu hususların yanında aşağıda belirteceğim projelerin hayata geçebilmesi ancak Büyükşehir Belediyesi düzeyinde bir çalışma ile mümkündür. Bu da tercihimin arka planındaki hukukî ve teknik bir diğer önemli gerekçemdir. Bağımsız aday olma durumu seçim bütçesi açısından ne gibi handikaplar yaratıyor? Dev seçim bütçelerine sahip rakip adaylarla nasıl mücadele edeceksiniz? Adayları seçim bütçesi bakımından tartan ve buna göre değer biçen mantığı reddediyorum. Bizler bir bütün olarak bu çarpık siyasî yöntemlere ve mantığa karşı da mücadele ediyoruz. Bizler kendimizi astronomik seçim bütçelerimiz üzerinden değil, halk vicdanındaki haklılığımız ve dayanışma gücümüz üzerinden tanımlıyoruz. Halkın vicdanı, dayanışma ve özverisi en temel kalkış noktamız ve yegâne gücümüzdür. Bu anlamda; bağımsız bir siyasî seçenek derken sadece siyasî partilerden bağımsız olmayı değil, bir bütün olarak bu işleyiş ve alışkanlıkların tamamından bağımsız siyasî yöntemler ortaya koymayı hedefliyoruz. Siyasî yöntemleri ekonomik ve siyasî güçten özgürleşmiş biçimde, etik ve ilkeler üzerinden yeniden tariflemek misyonunu üstleniyoruz. Sermaye partilerinin dev bütçeleri var, ama halk için ne yaptılar? Bu bütçeler neye yarar sağladı? Bende bu bütçelerin olmaması ne gibi bir eksilik yaratacak? Her gün başka bir aday hakkında, astronomik bir seçim bütçesi açıklanıyor. Bunun anlamı nedir? Bu bütçeler halka ne vaadediyor? Bu bütçelerin, marka partilerin ve isimlerin halka şimdiye kadar ne gibi bir faydası dokundu? Bugün her sel felaketinde şehir merkezinde can kaybı yaşanmaktadır. Bu çağda bu durum bile başlı başına dev bütçelerin muhatabının halk veya kent altyapısı olmadığını göstermektedir. “Halkçı belediyecilik” derken bunu sadece sloganlaşmış bir ifade olarak kullanmıyoruz. Halkçı belediyeciliği düstur edinmiş bir aday olarak, seçim çalışmasını da aynı ahlakî tutum ve yöntemler zemininde oluşturma sorumluluğumuz bulunmaktadır. Ekonomik ve siyasî gücün yarattığı illüzyonun yerine odağını halk dayanışmasından alan bir kampanya ortaya koyacağız. Antalya şehri için projelerinizden bahseder misiniz? Öncelikle projeden ziyade, halkı merkezine alan kamucu bir faaliyetler bütününden söz edebiliriz. Bir “çılgın proje’’ söylemi her seçim döneminde ortaya atılıyor, ortalık aklî temeli olmayan projelerden oluşan bir söylem “çöplüğüne’’ dönüyor. Bu noktada uzmanlardan oluşan ekibimizle halkçı belediyeciliğin temel esasları doğrultusunda kente ilişkin esaslı sorunları ve bu sorunlara çözüm önerilerini tespit ettik. Bunları genel olarak projelerimiz olarak ortaya koyabiliriz: -HALKA UCUZ VE NİTELİKLİ ULAŞIM OLANAĞI SAĞLAMAK, ÖZEL TOPLU TAŞIMA FİRMALARININ DEĞİL, BELEDİYENİN KENDİ GÖREVİDİR. ÖZEL ŞİRKETLERİN TOPLU TAŞIMA ÜZERİNDEKİ HEGEMONYASINI KALDIRACAĞIZ, ALTERNATİF ULAŞIM SEÇENEKLERİ GETİRECEĞİZ. Toplu taşımanın niteliği gereği ucuz ve kolay, uzun saatlere yayılacak şekilde ulaşılabilir olması gerekmektedir. Bu belediyenin aslî görevidir. Nitelikli toplu taşıma sonucunda trafik azalır, toplu taşımanın trafik yoğunluğuna olumlu etkisi olur. Aynı zamanda ucuz olduğu için de aile bütçesine katkısı olur. Toplu taşımanın ucuzlatılması için öncelikle bunun özel değil, kamuya ait bir hizmet sorunu olduğunun kabul edilmesi gerekir. Antalya’da şu an ulaşım neredeyse tümüyle özel toplu taşıma şirketlerinin egemenliğine bırakılmış durumdadır. Toplu taşımanın özele terk edilmesi, otobüslerin seyrekleşmesine ve yüksek maliyetlere yol açmaktadır. Geçtiğimiz yıl Antalya sıcağının altında haftalarca klima açılmaması ve insanların güneş ya da sağanak altında otobüs beklemek zorunda kalması, aynı işleyiş mantığının ürünüdür. Toplu taşıma hizmetinin belediye tarafından otobüs alınarak ve kamu kaynakları üzerinden organize edilmesi, ucuz ve neredeyse sembolik sayılabilecek ulaşım giderleriyle karşılanabilmesi kanunen asli zorunluluktır. Besleme hatlar şeklinde işleyen aktarmalı hatlar tümüyle ücretsiz hale getirilebilecektir. Tüm bunların yanında, belediye tarafından belli noktalara konan ücretsiz elektrikli scooterlar gençlerin ulaşımı için de kolaylık sağlayabilecektir ve aynı zamanda deniz ulaşımı da hayata geçirilecektir. Ucuz ve nitelikli toplu ulaşımın sonucunda yapılan tasarruf, aile bütçesine olumlu katkı olarak dönecektir. Kamu kaynakları ve belediye gelirleri israf edilmediği takdirde, bunu sağlayabilecek yeterliliğe sahiptir. Zor olan bu kaynakların temini ve seferber edilmesi değil, mevcut yönetimlerin işleyiş mantığının düzeltilmesidir. Bunun mümkün olduğunu göstereceğiz. -SOSYAL YARDIMLAR KONUSUNDA MUHTARLIKLAR ÖN PLANA ÇIKARILACAK, SOSYAL YARDIMLARIN ORGANİZE EDİLMESİNDE MUHTAR VE VATANDAŞI BİR ARAYA GETİRECEK BİR VERİ TABANI OLUŞTURULACAKTIR. Bu veri tabanı barınma ve beslenme sorunu yaşayan, işsiz olan, çocuk bakımında sıkıntı yaşayan ve diğer tüm ekonomik sıkıntılarla mücadele etmek zorunda kalan kişilerin verisine ulaşılabilmesini sağlayacaktır. Bu veri tabanıyla aynı zamana muhtarlar da denetlenebilecek, insanların yaşam standartlarının insan onuruna yaraşır bir düzeyde sağlanabilmesi için işbirliği yapılacaktır. -SU KİRLİLİĞİNİ ORTADAN KALDIRACAK, HALKA TEMİZ VE İÇME SUYU ULAŞTIRACAK ALTYAPI VE MEKANİZMAYI KURARAK HALKI SU MASRAFINDAN KURTACAĞIZ. Antalya bir turizm ve tarım kenti olarak kabul edilmektedir. Ancak bu sektörler olumlu yanlarının ötesinde, su varlıklarında kimyasal kirlenme sorununa yol açan sektörlerdendir. Dolayısıyla su kalitesinin korunması, halkın temiz ve ucuz içme suyuna ulaşabilmesi için gereken kontrol ve izleme çalışmalarının bir an önce yapılması ve eksikliklerin zaman kaybetmeden giderilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda, öncelikle Antalya ilinde sularda kontrol ve izleme çalışmalarını yürütülecek, il bazında örgütlenmiş, yeterli analitik donanım ve personele sahip bir laboratuvarın bir an önce kurulması için çalışmalara başlayacağız. ASAT başta olmak üzere ilgili tüm kurumları öncelikle su kirliliği ve fakirliğini ortadan kaldıracak biçimde seferber edecek, kaynak israfını önleyerek kamu kaynağını olabilecek bir su krizine karşı organize edeceğiz. -HALK MARKETLER HEM SAYI HEM DE NİTELİK OLARAK YAYGINLAŞTIRILACAKTIR. Halk marketlerin varlık sebebi, halkın ihtiyaçlarına uygun fiyatlı ürünlere kolayca ulaşmasını temin etmektir. Halk marketlerinin satış alanının genişletilmesi ve sayısının nüfusla ölçülü hale getirilmesi, öncelikle çözülmesi gereken sorunlardandır. -TARIMSAL SORUNLAR VE ÇİFTÇİLER İÇİN AYRICA PROJELER GELİŞTİRİLECEKTİR. Demre, Elmalı, Kumluca, Gazipaşa, Alanya ve Manavgat’ta geçim esasen tarıma dayanmaktadır. Buralarda tarımla hayatını sürdüren çiftçilerin genel sorunu, ürünlerini pazara ulaştırma konusunda karşılaştığı maliyet ve fiyat düzeyleridir. Çiftçi burada komisyoncunun verdiği fiyata uymak zorunluluğu içinde, zararı varsa kendisi göğüslemek durumunda kalmaktadır. Halbuki belediye mevzuattan aldığı yetki ile, çiftçinin ürününü komisyoncu olmaksızın doğrudan alım garantisi verdiği takdirde, fiyatların düşeceği ve ürünlere ulaşımın kolaylaşacağı aşikârdır. Belediye tarafından bu ürünlerin satılacağı marketlerin ‘’HALK MARKET’’ tarzında kurulabilmesi mümkündür. Bu kapsamda uzun vadeli üretim planlaması yapılabildiği gibi, çiftçi de ekonomik baskı altında kalmaksızın kaliteli üretim yapabilecektir. -HALK, YÜKSEK KİRALARLA MÜCADELE ETMEK ZORUNDA KALMAYACAK. SEMBOLİK BEDELLERLE KİRAYA VERİLEBİLECEK, BELEDİYENİN KENDİ MÜLKİYETİNDE İNŞA ETTİĞİ SOSYAL KONUTLARLA DESTEK VERİLECEKTİR. BU KONUTLARIN İNŞASI İÇİN, İMAR RANTI YERİNE HALKIN BARINMA SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNE AYRILACAK KAMU ARAZİLERİNDEN FAYDALANILACAKTIR. Büyükşehir Belediyesi bünyesinde bulunan kamu arazileri, imar planlarında yapılacak değişikliklerle sosyal konut alanına çevrilecek, kontrolsüz göç olgusu ve ekonomik istikrarsızlık sonucunda orantısız biçimde artan kiraların yerine düşük kira bedelleriyle halkın barınma sorununun çözülebileceği konutlar inşa edilecektir. Başka şehirlerde örneği olan bu uygulama Antalya için gerçekleştirildiği takdirde kira piyasasında da düşme meydana gelecektir. Belediye Meclis toplantılarında kamu arazilerinin tek tek tartışılmaksızın torba olarak oylanarak imar rantına özgüleme uygulamasına son verilecektir. Yönetim anlayışındaki bu farklılaşma dahi başlı başına konut sorununun çözümünde güçlü bir eşiğin aşılması anlamına gelecektir. Bu konuda kaynak sorunundan bahsedenler, bugün Konyaaltı sahilinde kıyının yağmalanması uğruna sahile beton dökmek için ayrılan 200 milyon TL bütçenin halkın konut sorununun çözümü için neden kullanılmadığını açıklamak zorundadırlar. -ANNE/ÇOCUK SAĞLIĞI, KREŞ İHTİYACININ ÇÖZÜMÜ VE BELEDİYEYE BAĞLI BEBEK BEZİ VE BEBEK MAMASI FABRİKASININ KURULMASI ÖNCELİKLİ BAŞLIKLARIMIZ ARASINDADIR. Ebeveynler gebelikten başlayarak çoğu ekonomik temelli olan birçok sorunla mücadele etmek zorunda kalmaktadır. Devletin karşılamadığı aşı türleri çocuk sağlığı açısından olumsuz bir risk taşımakta olduğu gibi, ailenin üzerine de ekonomik yük olarak yansımaktadır. Bizler bu aşıların yapılmasını garanti altına alacağız. Çocuk sahibi ailelere muhtarlar üzerinden ulaşacağız. Belediye ayrıca mama ve bebek bezi üretmek için kendine bağlı çalışacak fabrikalar kuracaktır. Alım sorunu yaşayan ailelere muhtarlıklar üzerinden ulaşılacak ve ailelerin bu hizmetten faydalanabilmesi için belediye tarafından üretilmiş kartlara ulaşımını örgütleyeceğiz. Kreş sorununu, belediye eklentisi binalar yerine, büyük parkların içine kreş yaparak aşacağız. Kamusal arazinin kreş ihtiyacı bakımından etkili kullanımını bu şekilde sağlayacağız. Kreşin güvenlik sistemi, parkları daha güvenli alanlar haline getirirken, kreş sayısı da artarak halkın daha çok kreşe ulaşımı sağlanacaktır. -ATIK YÖNETİMİ PROJESİ MUHTARLIKLAR ARACILIĞI İLE HAYATA GEÇİRİLECEKTİR. Atık yönetimi konusu belediyecilik anlayışımızda ayrı bir anlam taşımaktadır. Bu konu çevre açısından başlı başına bir değer temsil etmekle birlikte, sorunun çözümünün doğru organizasyonu, halkın yoksulluğunu azaltabilecek anlam taşımaktadır. Büyük fast food şirketlerinin, zincir restoranların ve diğer bütün iş yerlerinin atığının yönetimi ve dönüştürülmesi, başlı başına bir atık yönetimi sistemi sorunudur. Bu sorun Antalya özelinde tarımsal açıdan da ayrıca önem arz etmektedir. Atık yönetiminin ürünü olarak bitkisel ve hayvansal atıklar belediyeye teslim edilecek, bu atıklardan gübre üretilerek zenginleştirilmiş toprağa çevrilecektir. Bu üretimden çiftçiye toprak alım imkânı sağlanacaktır. Aynı zamanda yine fast food zincirleri, restoranlar ve otellerden günlük olarak toplanacak artık yiyecekler çöpe dökülerek ziyan etmek yerine, ayrıştırılmış gıdalarla kedi köpek maması imalatı sağlanacak ve barınaklara mama destekleri sunulacaktır. Atık yönetiminden tarıma, su kirliliğinden konut sorununa, kamu yönetimini bir bütün olarak kabul eden ve bir sorunun çözümünün diğer sorunlar için de olumlu yansımalar içereceği bir çalışma biçimini yerleştireceğiz. -TOPLU TAŞIMA İÇİN BİYODİZEL KULLANILACAK, ATIK YAĞLAR AYRIŞTIRILARAK BİYODİZELE DÖNÜŞTÜRÜLECEKTİR. Biyodizel yakıtlar, organik yağlardan elde edildikleri için karbon ayak izini azaltmaya yardımcı olan bir yakıt türüdür. Daha az toksiktirler ve fosil yakıtların aksine, yenilenebilir ucuz bir enerji kaynağıdır. Atık yağların ayrıştırılması sistemi ile senkronize biçimde hayata geçirildiğinde hem ekonomik hem de iklim açısından doğa dostu bir enerji üretim kaynağı elde edebilmek mümkündür. Bunu sağlayacağız. -ANTALYA’NIN İKLİMİ İÇİN DE UYGUN OLAN, DOĞA DOSTU VE UCUZ YENİLENEBİLİR ENERJİ ÜRETİMİNİ ORGANİZE EDECEĞİZ. BU ORGANİZASYONU AYNI ZAMANDA KAYNAK YARATMAK İÇİN DE KULLANACAĞIZ. Yılın 300 günü güneş alan bir şehirde yaşıyoruz. Bu iklimsel avantaj, endüstriyel enerji üretiminde güneş fırını / güneş kulesi mantığıyla ilerleyen ve 24 saat enerji üretebilen enerji tesisi projelerinin yapımı mümkün kılıyor. Güneş fırını 24 saat boyunca suyu 100 derecede kaynar halde tutabilen bir mekanizmayı temsil etmektedir. Bu da kaynar suyun buharı ile elektrik üretilebilecek bir sistem anlamına gelmektedir. Bu tesisin enerji üretimi dışındaki diğer ana amacı, yoksullukla mücadele için kaynak yaratmaktır. Bu enerjinin satışından elde edilen gelir, dar gelirli veya hiç geliri olmayan halka (muhtarlar aracılığıyla) dönecek bir kaynağa dönüşecektir. -BİZİM BAKIŞ AÇIMIZA GÖRE TURİZM ESNAFI VE DİĞER ESNAFLAR ŞEKLİNDE BİR AYRIM YOKTUR. TURİZM ODAKLI BİR KENT OLAN ANTALYA’DA TÜM ESNAF TURİZM ESNAFIDIR. TOPLU ULAŞIMI ESNAF İÇİN DE YARARLI OLACAK BİÇİMDE YENİDEN ÖRGÜTLEYECEĞİZ. Belediye ayrım yapmaksızın esnaf ile etkileşim halinde olmalı, onu dinlemelidir. Bizler, Turizm Bakanı’nın temsil ettiği turizm sermayesini turizm esnafı olarak görmüyoruz. Paket turizmini reddeden bir anlayıştayız. Bu sebeple esnafı bir bütün olarak algılayan ve toplu ulaşımı da esnafı rahatlatacak biçimde organize eden bir sistem inşa edeceğiz. Halkın uzun saatler aktif (dışarıda) kaldığı, toplu ulaşımın buna elverişli olarak dizayn edildiği bir sistem içinde esnaf da aynı şekilde uzun saatler açık olacak ve ekonomik ilişkiler yoğunlaşacaktır. Alışveriş merkezlerinin tahakkümüne karşı esnafın yanında olacağız. Aynı zamanda deniz ulaşımı sayesinde Kundu, Alanya, Kaş, Kemer vb. oteller bölgelerinden düzenleyeceğimiz deniz yolu seferlerimizle turistin şehir merkezine, esnafa ulaşımını sağlayacağız. -ORMAN YANGINLARINA KARŞI, ORMAN KÖYLÜLERİYLE BİRLİKTE MÜCADELE EDECEĞİMİZ BİR SİSTEM YARATACAĞIZ Orman yangınları özelde Antalya ili, bir bütün olarak da Akdeniz Bölgesi için en önemli sorunlardan biridir. Hem doğanın hem de insanın güvenliğini tehdit eden bu afetlere karşı tedbir almak en temel sorumluluklarımızdandır. Bunun için öncelikle ormanı en iyi tanıyan ve yangına ilk müdahale için en elverişli konumda olan orman köylülerinin yangınlara karşı eğitimini sağlayacak, belediye gücüyle arazöz desteğinden oluşan ekipman desteği vereceğiz. Orman yangınlarının başladığında ilk müdahaleyi sağlayacak araç ve teçhizatlardan yoksun olan köylere ilişkin bilgiler, veri tabanında mevcut olmasına rağmen yangına ilk müdahale yapılamamakta ve yayılımının önüne geçilememektedir. Halbuki orman köylüsü yangının yayılmasını önleyecek en öncü güçtür. Aynı zamanda belediye bünyemizde bir çöp toplama ekibi kuracağız. Yangın riskinin olmadığı mevsimlerde ekiplerimiz düzenli aralıklarla yamaç, orman ve dağlarda yangına sebebiyet veren çöpleri toplayacak, düzenli olarak kontrollerini sağlayacak. -İMAR RANTI VE KIYILARIN YAĞMALANMASINA, DOĞAL VARLIKLARIN İMHASINA DAYANAN POLİTİKALARA KARŞI VAR GÜCÜMÜZLE MÜCADELE EDECEK AKTİVİST BİR BELEDİYECİLİK ANLAYIŞI ORTAYA KOYACAĞIZ. Bugün Antalya’nın merkez ve çevre ilçeleri bilinçli bir ekolojik kırımın muhatabı durumdadır. AKP’li Başkan Menderes Türel döneminde başlatılan ve CHP’li başkan Muhittin Böcek tarafından tamamlanmaya çalışılan Boğaçay Projesi, dere yatağındaki doğal dokuyu bozduğundan önemli çevre sorunlarına yol açmaktadır. Aynı şekilde Phaselis’te Turizm Bakanlığı kıyı kanunu, ilke kararı ve millî park planına aykırı biçimde proje yürütümüne devam etmektedir. Bu ve benzeri ihlaller, anayasa ve tüm çevre mevzuatına rağmen ekonomik saiklerle devam ettirilmektedir. Bizim belediyecilik anlayışımızın temelinde insanın doğa ile uyumlu, çevresel hak ihlallerine engel olunacak bir yaşam kurgusunun yerleştirilmesi bulunmaktadır. Doğal ve arkeolojik varlıkları korumak tüm kişi ve kurumlar gibi aslî olarak büyükşehir ve ilçe belediyelerinin görev kapsamında bulunmaktadır. Bu sebeple mevzuata dayanan tüm yetkiler doğanın korunması için seferber edilecek, bu konuda köylüler ve yöre sakinleriyle her zaman dayanışma içinde olunan aktivist bir belediyecilik anlayışı ortaya konacaktır. -ANTALYA’NIN BİR İNSAN HAKLARI KENTİ HALİNE DÖNÜŞMESİ İÇİN TÜM YETKİ VE ARAÇLAR SEFERBER EDİLECEKTİR. Göç alan ve metropolleşen kent yaşamında, dezavantajlı grupların gündelik yaşamda karşılaştıkları zorlukların insan hakları temel standartlarına uygun biçimde minimize edilmesi ve ortadan kaldırılması temel amaçlarımızdandır. Bu anlamda insan onuruna uygun bir yaşamın inşası için toplumsal cinsiyet, çocuk hakları, yaşlı ve engelli haklarına ilişkin göstergeler bu faaliyete özgülenmiş uzmanlar ekibi tarafından sürekli olarak takip edilecek ve her bir grup için ayrıca kent yaşamını kolaylaştırıcı nitelikte projeler geliştirilecektir. HAYVAN HAKLARINI MERKEZİNE ALAN ÇALIŞMALAR YAPACAK, KISIRLAŞTIRMA SEFERBERLİĞİ BAŞLATACAĞIZ. Bugün dünyada geçerli olan sistem hayvanları temelde ikiye ayırıyor: Evcil hayvanlar ve “kullanılabilir” hayvanlar. Her iki grup için de geçerli olan kanunlar hayvanların temel hak ve özgürlükleri üzerinden değil, refah bakış açısı üzerinden insan kullanımına göre şekilleniyor. “Böl, ötekileştir ve yönet” mantığıyla işleyen bu anlayış sebebiyle hayvanlar yaygın biçimde ihlale uğramaktadır. Bu işleyiş esasen 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun fiilen askıda olmasının da doğul sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bugün mevcut ve geçerli olan 5199 sayılı kanunun birçok maddesi, aslında sokak hayvanları için olabilecek en iyi kanundur. Çünkü kanun, sokak hayvanlarının kısırlaşma ve aşılanması ile güçten düşenlerin/hastaların tedavi ve bakımlarının hem ekonomik hem idarî anlamda sorumluluğunu devlete verirken, aynı zamanda her ilde gönüllülerle birlikte çalışmayı da şart koşmaktadır. Ancak AKP döneminde çıkarılmasına rağmen,kanun yaklaşık 20 yıldır uygulanmamıştır. Bugün “sokak hayvanları sorunu” olarak medyanın her gün tazeleyerek gündemde tuttuğu konu, temelde bir belediyecilik, bir yasa, bir uygulama sorunudur. Çözümü ise, ihaleler ile devlet sorumluluğunu özelleştirerek üzerinden atmak ya da siyasî iktidarın yarattığı ekonomik sıkıntıda kendi yaşamını dahi idame ettirmekte zorlanan vatandaşa bir de devletin sorumluluğunda olan hayvanların bakımını yıkmak değildir. Çözüm, belediyelerin seçimler öncesinde vaat ettikleri sözleri tutmaları, vatandaşın vergilerinden kesilerek, kendilerine sokak hayvanları için ayrılan bütçeler ile görevlerini yapmaları, belediyelerin de uymak zorunda olduğu 5199 sayılı kanuna göre hareket etmeleridir. Bu bir lütuf değil, yasa gereği hukukî bir zorunluluktur, görev tanımıdır. Bugün Türkiye’deki yaklaşık 1400 belediyenin (1389) 1200’ünde kısırlaştırma yapılmamaktadır. Sokak köpekleri durmadan üremekte, kısırlaştırılmamış dişilerin olması erkek köpekleri bir araya çekip çete kavgalarına sebep olmaktadır. Artan sayı ve yetersiz yemek, sürü hayvanı olan köpeklerin yemek bulabildikleri dar alanlara toplanmasına, alanlarını korumasına ve sonuç olarak o bölgede hem insanlar hem hayvanlar açısından ciddi sorunlara yol açmaktadır. Çözüm belediyelerin yasaya uyması, kısırlaştırma yapmasıdır. Sokak hayvanları belediyelerin, dolayısıyla devletin korumasındadır. Bu noktada onların kısırlaştırmaları, aşılanmaları ve küpelenmeleri belediyelerin sorumluluk alanındadır. Bu bilinçle hareket ederek, belediyenin Hayvan Hakları Koruma Kanunu’nun getirdiği güvence ve görevler için en aktif biçimde çalışmasını seferber edeceğiz. Ayrıca atık yiyecekleri dönüştürmek ve besleme amaçlı kullanmak için gerekli sistemi titizlikle inşa edeceğiz. -İNSAN HAKLARI KENTİ YARATMANIN DOĞAL SONUCU OLARAK KADINLAR, ÇOCUKLAR VE LGBTI+ BİREYLERLE İLGİLİ POZİTİF AYRIMCILIK TEMELİNDE ÇALIŞMALAR ORTAYA KOYACAK, İHLALLERİN KARŞISINDA OLACAĞIZ. -LGBTI+ bireylerin en önemli sorunları, haklarının ihlal edilmesi dahi  değil, en temel yaşam hakları yok sayılan bireyler olmalarıdır.  Birçok LGBTI+ birey, ailesi ya da yakınları tarafından öldürülme korkusu ile kendine ait olmayan, saklanmak zorunda kaldığı bir hayatı yaşamaktadır. Eğitimlerini yarıda bırakmak, kimliklerini saklamak zorunda kaldıkları durumlarda sigortalı işe girememek ya da kendi adlarına ev kiralayamamak gibi LGBTI+ olmayan bireylerin hemen hemen hiç karşılaşmadıkları sorunlarla karşı karşıyadırlar. Sebebi, ataerkil toplum yapısında can güvenliklerinin olmaması, kanunların da haklarını ne onlar hayattayken ne de başlarına bir şey geldiğinde, koru(ya)mamasıdır. Bu durum, politiktir. Konu aslında özünde bir “cinsel kimlik açıklaması”ndan çok, bir “özel hayatı açıklama” baskısıdır. Bugün LGBTI+ olmayan hiçbir bireyin kendini, özel yaşamını, cinsel kimliğini açıklamasının beklenmemesi, bu baskının uygulanmaması gerekmekte iken bu zorlama ile karşı karşıya kalmaları temelde  bir yaşam hakkının sağlanmamasıdır. Ancak toplumda “farklı” olan bireyler, bu baskı altındadır. Gelişmiş bir toplumda, hiçbir birey, kendi rızası olmadıkça kimliğini -herhangi bir kimliğini- açıklamak zorunda kalmamalı, bırakılmamalıdır; çünkü toplumun temeli her birey için eşit olan iş ve emek, adalet ve hukuk olmalıdır. Bu eşitliğin sağlanabilmesi için de, LGBTI+ bireylere yönelik her türlü ayrımcılık, istismar ve şiddet eyleminin karşısında olacağız. -İstanbul Sözleşmesi’nden çekilinmesi sonrasında, resmi olarak açıklanan rakamlar gerçeği yansıtmamakta, kadın cinayetleri daha da fazla artmaya devam etmektedir. Aslında Türkiye hiçbir zaman kadınlar için “güvenli bir ülke” olamamıştır; ancak 20 yıl öncesine kıyasla, daha baskıcı, daha katı, kadına ve çocuğa yönelik şiddette daha cezasız ve dolayısıyla suçu teşvik edici bir noktada olduğumuzu söylemek yanlış olmayacaktır. Kadını çocuk doğurma, bakma ve ev içi işler sorumluluğunun içine sıkıştıran, doğum sonrası izni sadece kadına veren, kadına eş ve anne olmak dışında bireysel hiçbir alan açmayan, kız çocuklarının gelişimlerine uzak durarak kadın-erkek arasındaki mesafeyi henüz ergenlikte ve aile içinde koyan zihniyet, kamusal alan içinde de kadınlara yönelen yaygın hak ihlalleriyle varlığını devam ettirmektedir. Bu konuda kreş konusu ile ilgili yeniden ayrı bir parantez açmakta yarar bulunmaktadır. Kreşler de kadınlar için bir alandır. Erkek eşin çalışıp kadının evde çocuk baktığı ailelerde kadının hiçbir bireysel alanı ya da kendine ait zamanı yoktur. Devlet güvenli, donanımlı kreşler açmalı ve kadına biçilen “çocuk bakma” görevini devralmalıdır. Tabii ki anne çocuğa bakacaktır, ancak Türkiye’de bu görev salt kadına yüklenmiş, baba resmin büyük oranda dışında kalmıştır. Kreşler ayrıca çocuklar için eğitim alanları da olmalıdır. Bu eğitim sadece akademik olarak algılanmamalı, çocuklar hem toplum içinde yaşayan sosyal bireyler olarak yetişmeli hem de çoğunlukla tanıdık kişilerden, bazen de yabancılardan gelebilecek tehditlere karşı bilinçli olmayı öğrenmelidir. Belediyecilik faaliyetlerinin, tıpkı kreş uygulamasında olduğu gibi, kadının kamusal yaşamda varlığını arttıracak ve ev içi emek yükünü azaltacak biçimde sistemleştireceğiz. -ANTALYA’YI UYUŞTURUCU İLE MÜCADELEDE ÖRNEK ŞEHİR HALİNE GETİRECEĞİZ. SADECE MEDİKAL TEDAVİ DEĞİL, BİREYLERİN REHABİLİTASYON VE TEDAVİ SONRASI TOPLUMA DAHİL OLABİLMESİ İÇİN DE ÇALIŞACAĞIZ. Antalya uyuşturucu madde bağımlılığı ve buna bağlı suç konusunda Türkiye’nin en sıkıntılı ilk 5 şehrinden biri. İl geneline baktığımızda Alanya’dan Finike’ye, Kaş’a kadar bir madde trafiğinden ve kullanımından söz edebiliriz. İç İşleri Bakanlığı’nın verilerine göre bugün Antalya’da 300 bin civarında bağımlı var. Eroinden sonra en fazla metanfetamin, A4 uyuşturucu, kokain ve esrar türevleri kullanıyor. Uyuşturucu konusuyla ilgili olarak bugüne kadar ne yerel belediyeler ne de büyükşehir belediyesi bir çalışmaya imza atmış değil.   Antalya’da bugün uyuşturucu ile mücadele için ikisi kamusal, biri özel olmak üzere sadece üç Amatem var. Üniversiteye bağlı merkezde imkânlar çok sınırlı: Her hastaya 20-25 günde bir sıra geliyor ve tedavi oranı da % 3 ile 7 arasında değişiyor. Ailelerin ekonomik güçleri olmayınca, çocukların tedavi şansı da olamıyor.   Tedaviyle ilgili en önemli eksiklik ve sıkıntılardan biri Sosyal Güvenlik Kurumu’nun bağımlılığa yönelik tedavide kullanılan ilaçları (son iki yıldır) karşılamıyor olması. Alkol ve madde bağımlılığı ile uyuşturucu ile mücadeleye en büyük desteği büyükşehir ve yerel belediyelerin vermesi gerektiğine inanıyoruz.   Bu noktada bağımlı bireylerin tıbbî tedavilerinin yapılması için büyükşehir tarafından sadece tıbbî değil, rehabilitasyon merkezleri de açmayı hedefliyoruz. Bu merkezlerde tedavi edilen bireylerin, tedavilerinden sonra topluma kazandırılabilmeleri için süreç içinde onların da dahil olacakları etkinlikler düzenleyecek; mesleği olmayanlara meslekî yeterlilik kurslarında imkânlar tanıyacak; işi olmayanların iş bulabilmesi için platformlar oluşturacağız. Bir toplum sorununu, yine toplum içinde birlikte aşacak, hiçbir vatandaşımızı yaşadığı sıkıntılı günler nedeniyle dışarıda bırakmayacağız.   Bağımlı bireylerin tedavilerini tamamlayabilmeleri için bireylere verilen tedavi ve desteklerin aynı şekilde ailelere de verecek, aileleri de tedavi sürecine dahil edeceğiz.     Uzman ekibimiz ile Antalya’da bugün olmayan ama kurulmasının elzem olduğuna inandığımız Uyuşturucu ile Mücadele Derneği’ni kuracağız.   Antalya’nın kanayan yarası Zeyinköy ve Yeşildere’nin imar planları gündemde ancak bu yerlerde yaşayan bağımlı bireylerin rehabilite edilmeden yer değiştirmesi, alkol ve madde bağımlılığı sorununun Antalya’nın diğer ilçeler de yayılması riskini taşıyor. Bu noktada, bu uyuşturucu ile mücadele ve halkın bu konuda bilinçlendirilmesi, önem açısından ivedilik taşıyor. Ütopya değil, hayatın gerçekliğinin farkındayız. Antalya’yı hep birlikte yaşanabilir bir hale getirmek için yola çıktık. Ancak halk katılırsa, yaşanabilir bir kent yaratılabilir. Bu hikâyeyi birlikte yazalım. Antalya bizim, Antalya hepimizindir!
Antalya Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı’na bağımsız aday olan Emine Büyüknohutçu seçim manifestosu yayınladı

Okur Medya - Doğa ve çevre söylemleriyle öne çıkan Antalya Büyükşehir Belediyesi Bağımsız Başkan Adayı Emine Büyüknohutçu,  seçim manifestosu yayınladı. Büyüknohutçu’nun manifestosu şu şekilde:

Emine Büyüknohutçu kimdir?

8 Mart 1985 tarihinde Antalya’nın Muratpaşa ilçesinde dünyaya geldim. Ortaokul yıllarında Antalya’nın yerel karikatür ve kültür dergisi olan Kaktüs Dergisi’nde karikatür çizerliğine başlayarak Türkiye’nin ilk kadın karikatüristi ünvanını aldım. Eğitim hayatımı ATSO Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Resim Bölümü ve lisans eğitimimi Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarımı Bölümü’nde tamamladım. 2019 yılından bu yana bir reklam ajansı sahibiyim.

2023 yılında Türkiye İşçi Partisi tarafından Antalya 5. Sıra milletvekili adayı ve 2024 yerel seçimlerinde TİP Muratpaşa  Belediye Başkan adayı olarak gösterildim. Ancak süreç içerisinde partiye sunduğum ayrıntılı gerekçelerle Türkiye İşçi Partisi’nden istifa ettim ve Muratpaşa Belediye  Başkanlığı adaylığından çekildim. Mevcut durum itibariyle Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı bağımsız adayı olarak yoluma devam ediyorum.

Siyasete ilginiz ve aktif katılım süreciniz nasıl gerçekleşti?

Çevreci ve doğa savunucusu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Bu sebeple, aktivizm ve siyaset hayatımın bir çok  alanında her zaman varlık gösterdi. Ancak toplumsal mücadeleye aktif biçimde katılımım hayatımın trajik bir dönüm noktasına denk gelmektedir: Annem Aysin Büyüknohutçu ve babam Ali Ulvi Büyüknohutçu’yu 9 Mayıs 2017’de, Finike’de doğayı, ranta karşı koruma mücadelesi verdikleri bir süreçte,  evlerinde uğradıkları silahlı saldırı sonucu kaybettim. Kamuoyuna “çevreci çifte yönelen saldırı’’ olarak yansıyan bu olay halk vicdanında yer buldu ve bir dayanışma ortaya çıktı. Dolayısıyla bu tarihten sonra hayatımda büyük bir kırılma yaşandı. Bu dava için verdiğim hukuk mücadelesi politik bir mücadeleye dönüştü. Bu saldırı her ne kadar bireysel hayatımda büyük bir acıyı temsil etse de, konuyu hiçbir zaman kişisel alana dair kabul etmedim. Bu ülkenin toprağına, suyuna, havasına sahip çıkan insanlara yapılan bu saldırıyı bütün olarak halka yapılmış kabul ettim. O günden bu yana ailemin toplum için savunduğu değerleri savunmak için ben de siyasal mücadelenin içerisinde yerimi  aldım.

Türkiye İşçi Partisi’nden istifa etmeniz ve Muratpaşa Belediye başkan adaylığından çekilme sürecinizden bahseder misiniz?

Türkiye İşçi Partisi’ne adalet, insan hakları ve demokrasi mücadelesi gibi temel değer ve motivasyonlarla katılmıştım; aynı değerleri muhafaza edebilmek için de istifa ettim. Aslında istifamı gerektiren etkenler, bir bütün olarak tüm siyasî partiler için söyleyeceklerimden farklı değil. Gelinen aşamada siyasî partiler hem kendi tabanlarından hem de halktan kopuk antidemokratik yapılar haline gelmiştir. İç işleyişteki bu temel sıkıntılar siyasî partileri, siyasî mücadele için elverişsiz hale getirmiş durumda. Bunu, partili ve örgütlü mücadeleye inanan biri olarak söylüyorum. Ülkenin insan hakları, demokrasi ve asgari yaşam standartları bakımından geldiği acı tabloda, siyasî iktidar kadar onun yönetim anlayışından öykünen muhalif partilerin de payı var. Eğer gerçekten mücadeleye elverişli bir siyasî parti ortaya çıkacaksa, bu bağımsız gelişecek bir halk dayanışmasının ürünü olabilecektir. Siyasî partilerin mevcut hali maalesef bir geriye gidişi temsil ediyor. Bunlar istifamın genel sebepleridir. İç işleyişe ilişkin gözlemlediğim özel sebepleri parti yönetimine ayrıntılı olarak sunduğum için bu konularla ilgili ayrıntılı görüş bildirmeyi, siyasî etik anlayışım gereğince uygun bulmuyorum.

Yolunuza bağımsız aday olarak devam etme kararınız bu gerekçelere mi dayanıyor?

En genel haliyle verebileceğim cevaplar bunlardır. Mevcut siyasî partilerin yerleştirdiği statükodan ayrılmaksızın ve bundan arınmaksızın yerel seçim düzeyinde bile olsa, bir çabanın ortaya konulamayacağı kanaatine vardım. Siyasî partilerin 20 Şubat tarihi itibariyle sona eren aday belirleme süreçlerini hepimiz gözlemledik. Aday belirleme kriterleri halk eğilimini yansıtmadığı gibi, partilerin kendi tabanından da kopuk, tepeden dizayn edilen bir karaktere sahiptir. Aday seçimlerinde parti içi statü ve ekonomik gücün belirleyici olduğu açıktır. Antalya özelinde konuşursak, aylardır siyasî partiler arasında kimin nereye aday olacağına yönelik tabir-i caizse bir iç savaş yaşıyor. Şehrin ulaşım, konut, göç yönetimi, tarım sorunu, orman yangınları ve diğer çevre sorunları gibi birçok sorunu var. Eskiden nezaketen de olsa, bu konulara değinilirdi. Artık her şey, keskin siyasî kutuplaşmanın getirdiği oy konforuyla çözümleniyor. Şu ana kadar Antalya şehri ile ilgili aday isimleri ve sloganlar dışında şehrin sorunlarına yönelik nitelikli bir tartışma ortaya konulmuş değil. Antalya şehri benim için çok değerli. Bu şehrin toprağını, havasını, suyunu savunmak kıymetli annemin ve  babamın hayatına maloldu. Dolayısıyla Antalya’nın halkı için bu şehri  savunmak,  bana onların bıraktığı bir ödevdir.

Bu sebeple ilke ve etiğin gözetilmediği, halka yabancılaşmış siyasî partilerde bunun mücadelesini vermek yerine halk dayanışmasına dayanan bağımsız bir seçenek inşa etmeyi hedefliyorum.

Yolunuza Muratpaşa yerine Büyükşehir Belediyesi adaylığı üzerinden devam etme sebebiniz nedir? Sizi bu kararı almaya sevk eden düşünce nedir?

Öncelikle yerel seçimler Antalya Büyükşehir Belediyesi özelinde iki kutuplu bir politikaya mahkûm edilmiş durumda. Gerek yerel politikalar gerekse aday belirleme süreçlerinin dışında bırakılmış olan halk, oy verme işleminde sanki ‘’iki meşru seçenek’’ varmışçasına bir mecburiyet içinde bırakılıyor. Bunun arka planı da yıllardır işlenen ‘’oy bölme propagandası’’ üzerinden yapılıyor. Antalya Büyükşehir Belediyesi merkez ilçelerden farklı olarak yıllar içerisinde AKP ve CHP arasında el değiştirmiş bir sürece sahip. Bu değişiklik durumu bizlere AKP ve CHP yönetimleri arasındaki kopuş ve süreklilikleri bir laboratuvar gibi gözlemleme imkânı veriyor. Her iki yönetim mantığında da imar rantı, çevre tahribatı, kıyıların yağmalanması, halkın konut ve ulaşım sorununa duyarsızlık, ihalecilik anlayışı, iç işleyiş ve personel istihdam mantığı gibi birçok konuda tam bir devamlılık ve mutabakat var. Hatta çok keskin kutuplaşma içinde olan bu partilerin adaylarının, sembolik düzeyde bile olsa birbirlerine eleştiri yöneltmediğini görüyoruz. Bu konu özellikle çarpıcıdır.

Bizler (ben ve ekibim) belediyeciliği, bugüne kadar yerelde görev almış büyükşehir belediyesi yöneticilerinin çoğunluğunun yaptığı gibi, rant ve talanın özel bir biçimi olarak görmüyoruz. Belediyeciliği, varlık sebebine uygun olarak, halkın barınma, eğitim, ulaşım, konut sorunu bakımından ve tüm kamu hizmetlerinde kamucu ve halktan yana tavır alan misyonuna tekrar döndürme hedefindeyiz. Belediyecilik;  birkaç şirketin imar ve ulaşım rantı üzerine kurulu faaliyetler zincirinden oluşamaz. AKP ve CHP de dahil olmak üzere; bu işleyiş yıllardır Antalya halkının sırtında yük olarak devam etmektedir. Dolayısıyla bu suça ortak olmamak ve halka alternatif bir seçenek yaratmak, daha doğrusu bir seçeneği hep birlikte dayanışmayla var etmek için bağımsız aday olmayı tercih ettim.

Tüm bu hususların yanında aşağıda belirteceğim projelerin hayata geçebilmesi ancak Büyükşehir Belediyesi düzeyinde bir çalışma ile mümkündür. Bu da tercihimin arka planındaki hukukî ve teknik bir diğer önemli gerekçemdir.

Bağımsız aday olma durumu seçim bütçesi açısından ne gibi handikaplar yaratıyor? Dev seçim bütçelerine sahip rakip adaylarla nasıl mücadele edeceksiniz?

Adayları seçim bütçesi bakımından tartan ve buna göre değer biçen mantığı reddediyorum. Bizler bir bütün olarak bu çarpık siyasî yöntemlere ve mantığa karşı da mücadele ediyoruz. Bizler kendimizi astronomik seçim bütçelerimiz üzerinden değil, halk vicdanındaki haklılığımız ve dayanışma gücümüz üzerinden tanımlıyoruz. Halkın vicdanı, dayanışma ve özverisi en temel kalkış noktamız ve yegâne gücümüzdür. Bu anlamda; bağımsız bir siyasî seçenek derken sadece siyasî partilerden bağımsız olmayı değil, bir bütün olarak bu işleyiş ve alışkanlıkların tamamından bağımsız siyasî yöntemler ortaya koymayı hedefliyoruz. Siyasî yöntemleri ekonomik ve siyasî güçten özgürleşmiş biçimde, etik ve ilkeler üzerinden yeniden tariflemek misyonunu üstleniyoruz.

Sermaye partilerinin dev bütçeleri var, ama halk için ne yaptılar? Bu bütçeler neye yarar sağladı? Bende bu bütçelerin olmaması ne gibi bir eksilik yaratacak? Her gün başka bir aday hakkında, astronomik bir seçim bütçesi açıklanıyor. Bunun anlamı nedir? Bu bütçeler halka ne vaadediyor? Bu bütçelerin, marka partilerin ve isimlerin halka şimdiye kadar ne gibi bir faydası dokundu? Bugün her sel felaketinde şehir merkezinde can kaybı yaşanmaktadır. Bu çağda bu durum bile başlı başına dev bütçelerin muhatabının halk veya kent altyapısı olmadığını göstermektedir.

“Halkçı belediyecilik” derken bunu sadece sloganlaşmış bir ifade olarak kullanmıyoruz. Halkçı belediyeciliği düstur edinmiş bir aday olarak, seçim çalışmasını da aynı ahlakî tutum ve yöntemler zemininde oluşturma sorumluluğumuz bulunmaktadır. Ekonomik ve siyasî gücün yarattığı illüzyonun yerine odağını halk dayanışmasından alan bir kampanya ortaya koyacağız.

Antalya şehri için projelerinizden bahseder misiniz?

Öncelikle projeden ziyade, halkı merkezine alan kamucu bir faaliyetler bütününden söz edebiliriz. Bir “çılgın proje’’ söylemi her seçim döneminde ortaya atılıyor, ortalık aklî temeli olmayan projelerden oluşan bir söylem “çöplüğüne’’ dönüyor. Bu noktada uzmanlardan oluşan ekibimizle halkçı belediyeciliğin temel esasları doğrultusunda kente ilişkin esaslı sorunları ve bu sorunlara çözüm önerilerini tespit ettik. Bunları genel olarak projelerimiz olarak ortaya koyabiliriz:

-HALKA UCUZ VE NİTELİKLİ ULAŞIM OLANAĞI SAĞLAMAK, ÖZEL TOPLU TAŞIMA FİRMALARININ DEĞİL, BELEDİYENİN KENDİ GÖREVİDİR. ÖZEL ŞİRKETLERİN TOPLU TAŞIMA ÜZERİNDEKİ HEGEMONYASINI KALDIRACAĞIZ, ALTERNATİF ULAŞIM SEÇENEKLERİ GETİRECEĞİZ.

Toplu taşımanın niteliği gereği ucuz ve kolay, uzun saatlere yayılacak şekilde ulaşılabilir olması gerekmektedir. Bu belediyenin aslî görevidir. Nitelikli toplu taşıma sonucunda trafik azalır, toplu taşımanın trafik yoğunluğuna olumlu etkisi olur. Aynı zamanda ucuz olduğu için de aile bütçesine katkısı olur.
Toplu taşımanın ucuzlatılması için öncelikle bunun özel değil, kamuya ait bir hizmet sorunu olduğunun kabul edilmesi gerekir. Antalya’da şu an ulaşım neredeyse tümüyle özel toplu taşıma şirketlerinin egemenliğine bırakılmış durumdadır. Toplu taşımanın özele terk edilmesi, otobüslerin seyrekleşmesine ve yüksek maliyetlere yol açmaktadır. Geçtiğimiz yıl Antalya sıcağının altında haftalarca klima açılmaması ve insanların güneş ya da sağanak altında otobüs beklemek zorunda kalması, aynı işleyiş mantığının ürünüdür. Toplu taşıma hizmetinin belediye tarafından otobüs alınarak ve kamu kaynakları üzerinden organize edilmesi, ucuz ve neredeyse sembolik sayılabilecek ulaşım giderleriyle karşılanabilmesi kanunen asli zorunluluktır. Besleme hatlar şeklinde işleyen aktarmalı hatlar tümüyle ücretsiz hale getirilebilecektir. Tüm bunların yanında, belediye tarafından belli noktalara konan ücretsiz elektrikli scooterlar gençlerin ulaşımı için de kolaylık sağlayabilecektir ve aynı zamanda deniz ulaşımı da hayata geçirilecektir.

Ucuz ve nitelikli toplu ulaşımın sonucunda yapılan tasarruf, aile bütçesine olumlu katkı olarak dönecektir. Kamu kaynakları ve belediye gelirleri israf edilmediği takdirde, bunu sağlayabilecek yeterliliğe sahiptir. Zor olan bu kaynakların temini ve seferber edilmesi değil, mevcut yönetimlerin işleyiş mantığının düzeltilmesidir. Bunun mümkün olduğunu göstereceğiz.

-SOSYAL YARDIMLAR KONUSUNDA MUHTARLIKLAR ÖN PLANA ÇIKARILACAK, SOSYAL YARDIMLARIN ORGANİZE EDİLMESİNDE MUHTAR VE VATANDAŞI BİR ARAYA GETİRECEK BİR VERİ TABANI OLUŞTURULACAKTIR.

Bu veri tabanı barınma ve beslenme sorunu yaşayan, işsiz olan, çocuk bakımında sıkıntı yaşayan ve diğer tüm ekonomik sıkıntılarla mücadele etmek zorunda kalan kişilerin verisine ulaşılabilmesini sağlayacaktır. Bu veri tabanıyla aynı zamana muhtarlar da denetlenebilecek, insanların yaşam standartlarının insan onuruna yaraşır bir düzeyde sağlanabilmesi için işbirliği yapılacaktır.

-SU KİRLİLİĞİNİ ORTADAN KALDIRACAK, HALKA TEMİZ VE İÇME SUYU ULAŞTIRACAK ALTYAPI VE MEKANİZMAYI KURARAK HALKI SU MASRAFINDAN KURTACAĞIZ.

Antalya bir turizm ve tarım kenti olarak kabul edilmektedir. Ancak bu sektörler olumlu yanlarının ötesinde, su varlıklarında kimyasal kirlenme sorununa yol açan sektörlerdendir. Dolayısıyla su kalitesinin korunması, halkın temiz ve ucuz içme suyuna ulaşabilmesi için gereken kontrol ve izleme çalışmalarının bir an önce yapılması ve eksikliklerin zaman kaybetmeden giderilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda, öncelikle Antalya ilinde sularda kontrol ve izleme çalışmalarını yürütülecek, il bazında örgütlenmiş, yeterli analitik donanım ve personele sahip bir laboratuvarın bir an önce kurulması için çalışmalara başlayacağız. ASAT başta olmak üzere ilgili tüm kurumları öncelikle su kirliliği ve fakirliğini ortadan kaldıracak biçimde seferber edecek, kaynak israfını önleyerek kamu kaynağını olabilecek bir su krizine karşı organize edeceğiz.

-HALK MARKETLER HEM SAYI HEM DE NİTELİK OLARAK YAYGINLAŞTIRILACAKTIR.

Halk marketlerin varlık sebebi, halkın ihtiyaçlarına uygun fiyatlı ürünlere kolayca ulaşmasını temin etmektir. Halk marketlerinin satış alanının genişletilmesi ve sayısının nüfusla ölçülü hale getirilmesi, öncelikle çözülmesi gereken sorunlardandır.

-TARIMSAL SORUNLAR VE ÇİFTÇİLER İÇİN AYRICA PROJELER GELİŞTİRİLECEKTİR.

Demre, Elmalı, Kumluca, Gazipaşa, Alanya ve Manavgat’ta geçim esasen tarıma dayanmaktadır. Buralarda tarımla hayatını sürdüren çiftçilerin genel sorunu, ürünlerini pazara ulaştırma konusunda karşılaştığı maliyet ve fiyat düzeyleridir. Çiftçi burada komisyoncunun verdiği fiyata uymak zorunluluğu içinde, zararı varsa kendisi göğüslemek durumunda kalmaktadır. Halbuki belediye mevzuattan aldığı yetki ile, çiftçinin ürününü komisyoncu olmaksızın doğrudan alım garantisi verdiği takdirde, fiyatların düşeceği ve ürünlere ulaşımın kolaylaşacağı aşikârdır. Belediye tarafından bu ürünlerin satılacağı marketlerin ‘’HALK MARKET’’ tarzında kurulabilmesi mümkündür. Bu kapsamda uzun vadeli üretim planlaması yapılabildiği gibi, çiftçi de ekonomik baskı altında kalmaksızın kaliteli üretim yapabilecektir.

-HALK, YÜKSEK KİRALARLA MÜCADELE ETMEK ZORUNDA KALMAYACAK. SEMBOLİK BEDELLERLE KİRAYA VERİLEBİLECEK, BELEDİYENİN KENDİ MÜLKİYETİNDE İNŞA ETTİĞİ SOSYAL KONUTLARLA DESTEK VERİLECEKTİR. BU KONUTLARIN İNŞASI İÇİN, İMAR RANTI YERİNE HALKIN BARINMA SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNE AYRILACAK KAMU ARAZİLERİNDEN FAYDALANILACAKTIR.

Büyükşehir Belediyesi bünyesinde bulunan kamu arazileri, imar planlarında yapılacak değişikliklerle sosyal konut alanına çevrilecek, kontrolsüz göç olgusu ve ekonomik istikrarsızlık sonucunda orantısız biçimde artan kiraların yerine düşük kira bedelleriyle halkın barınma sorununun çözülebileceği konutlar inşa edilecektir. Başka şehirlerde örneği olan bu uygulama Antalya için gerçekleştirildiği takdirde kira piyasasında da düşme meydana gelecektir.

Belediye Meclis toplantılarında kamu arazilerinin tek tek tartışılmaksızın torba olarak oylanarak imar rantına özgüleme uygulamasına son verilecektir. Yönetim anlayışındaki bu farklılaşma dahi başlı başına konut sorununun çözümünde güçlü bir eşiğin aşılması anlamına gelecektir. Bu konuda kaynak sorunundan bahsedenler, bugün Konyaaltı sahilinde kıyının yağmalanması uğruna sahile beton dökmek için ayrılan 200 milyon TL bütçenin halkın konut sorununun çözümü için neden kullanılmadığını açıklamak zorundadırlar.

-ANNE/ÇOCUK SAĞLIĞI, KREŞ İHTİYACININ ÇÖZÜMÜ VE BELEDİYEYE BAĞLI BEBEK BEZİ VE BEBEK MAMASI FABRİKASININ KURULMASI ÖNCELİKLİ BAŞLIKLARIMIZ ARASINDADIR.

Ebeveynler gebelikten başlayarak çoğu ekonomik temelli olan birçok sorunla mücadele etmek zorunda kalmaktadır. Devletin karşılamadığı aşı türleri çocuk sağlığı açısından olumsuz bir risk taşımakta olduğu gibi, ailenin üzerine de ekonomik yük olarak yansımaktadır. Bizler bu aşıların yapılmasını garanti altına alacağız. Çocuk sahibi ailelere muhtarlar üzerinden ulaşacağız.

Belediye ayrıca mama ve bebek bezi üretmek için kendine bağlı çalışacak fabrikalar kuracaktır. Alım sorunu yaşayan ailelere muhtarlıklar üzerinden ulaşılacak ve ailelerin bu hizmetten faydalanabilmesi için belediye tarafından üretilmiş kartlara ulaşımını örgütleyeceğiz.

Kreş sorununu, belediye eklentisi binalar yerine, büyük parkların içine kreş yaparak aşacağız. Kamusal arazinin kreş ihtiyacı bakımından etkili kullanımını bu şekilde sağlayacağız. Kreşin güvenlik sistemi, parkları daha güvenli alanlar haline getirirken, kreş sayısı da artarak halkın daha çok kreşe ulaşımı sağlanacaktır.

-ATIK YÖNETİMİ PROJESİ MUHTARLIKLAR ARACILIĞI İLE HAYATA GEÇİRİLECEKTİR.

Atık yönetimi konusu belediyecilik anlayışımızda ayrı bir anlam taşımaktadır. Bu konu çevre açısından başlı başına bir değer temsil etmekle birlikte, sorunun çözümünün doğru organizasyonu, halkın yoksulluğunu azaltabilecek anlam taşımaktadır. Büyük fast food şirketlerinin, zincir restoranların ve diğer bütün iş yerlerinin atığının yönetimi ve dönüştürülmesi, başlı başına bir atık yönetimi sistemi sorunudur. Bu sorun Antalya özelinde tarımsal açıdan da ayrıca önem arz etmektedir. Atık yönetiminin ürünü olarak bitkisel ve hayvansal atıklar belediyeye teslim edilecek, bu atıklardan gübre üretilerek zenginleştirilmiş toprağa çevrilecektir. Bu üretimden çiftçiye toprak alım imkânı sağlanacaktır.

Aynı zamanda yine fast food zincirleri, restoranlar ve otellerden günlük olarak toplanacak artık yiyecekler çöpe dökülerek ziyan etmek yerine, ayrıştırılmış gıdalarla kedi köpek maması imalatı sağlanacak ve barınaklara mama destekleri sunulacaktır.

Atık yönetiminden tarıma, su kirliliğinden konut sorununa, kamu yönetimini bir bütün olarak kabul eden ve bir sorunun çözümünün diğer sorunlar için de olumlu yansımalar içereceği bir çalışma biçimini yerleştireceğiz.

-TOPLU TAŞIMA İÇİN BİYODİZEL KULLANILACAK, ATIK YAĞLAR AYRIŞTIRILARAK BİYODİZELE DÖNÜŞTÜRÜLECEKTİR.

Biyodizel yakıtlar, organik yağlardan elde edildikleri için karbon ayak izini azaltmaya yardımcı olan bir yakıt türüdür. Daha az toksiktirler ve fosil yakıtların aksine, yenilenebilir ucuz bir enerji kaynağıdır. Atık yağların ayrıştırılması sistemi ile senkronize biçimde hayata geçirildiğinde hem ekonomik hem de iklim açısından doğa dostu bir enerji üretim kaynağı elde edebilmek mümkündür. Bunu sağlayacağız.

-ANTALYA’NIN İKLİMİ İÇİN DE UYGUN OLAN, DOĞA DOSTU VE UCUZ YENİLENEBİLİR ENERJİ ÜRETİMİNİ ORGANİZE EDECEĞİZ. BU ORGANİZASYONU AYNI ZAMANDA KAYNAK YARATMAK İÇİN DE KULLANACAĞIZ.

Yılın 300 günü güneş alan bir şehirde yaşıyoruz. Bu iklimsel avantaj, endüstriyel enerji üretiminde güneş fırını / güneş kulesi mantığıyla ilerleyen ve 24 saat enerji üretebilen enerji tesisi projelerinin yapımı mümkün kılıyor. Güneş fırını 24 saat boyunca suyu 100 derecede kaynar halde tutabilen bir mekanizmayı temsil etmektedir. Bu da kaynar suyun buharı ile elektrik üretilebilecek bir sistem anlamına gelmektedir. Bu tesisin enerji üretimi dışındaki diğer ana amacı, yoksullukla mücadele için kaynak yaratmaktır. Bu enerjinin satışından elde edilen gelir, dar gelirli veya hiç geliri olmayan halka (muhtarlar aracılığıyla) dönecek bir kaynağa dönüşecektir.

-BİZİM BAKIŞ AÇIMIZA GÖRE TURİZM ESNAFI VE DİĞER ESNAFLAR ŞEKLİNDE BİR AYRIM YOKTUR. TURİZM ODAKLI BİR KENT OLAN ANTALYA’DA TÜM ESNAF TURİZM ESNAFIDIR. TOPLU ULAŞIMI ESNAF İÇİN DE YARARLI OLACAK BİÇİMDE YENİDEN ÖRGÜTLEYECEĞİZ.

Belediye ayrım yapmaksızın esnaf ile etkileşim halinde olmalı, onu dinlemelidir. Bizler, Turizm Bakanı’nın temsil ettiği turizm sermayesini turizm esnafı olarak görmüyoruz. Paket turizmini reddeden bir anlayıştayız. Bu sebeple esnafı bir bütün olarak algılayan ve toplu ulaşımı da esnafı rahatlatacak biçimde organize eden bir sistem inşa edeceğiz.

Halkın uzun saatler aktif (dışarıda) kaldığı, toplu ulaşımın buna elverişli olarak dizayn edildiği bir sistem içinde esnaf da aynı şekilde uzun saatler açık olacak ve ekonomik ilişkiler yoğunlaşacaktır. Alışveriş merkezlerinin tahakkümüne karşı esnafın yanında olacağız.

Aynı zamanda deniz ulaşımı sayesinde Kundu, Alanya, Kaş, Kemer vb. oteller bölgelerinden düzenleyeceğimiz deniz yolu seferlerimizle turistin şehir merkezine, esnafa ulaşımını sağlayacağız.

-ORMAN YANGINLARINA KARŞI, ORMAN KÖYLÜLERİYLE BİRLİKTE MÜCADELE EDECEĞİMİZ BİR SİSTEM YARATACAĞIZ

Orman yangınları özelde Antalya ili, bir bütün olarak da Akdeniz Bölgesi için en önemli sorunlardan biridir. Hem doğanın hem de insanın güvenliğini tehdit eden bu afetlere karşı tedbir almak en temel sorumluluklarımızdandır. Bunun için öncelikle ormanı en iyi tanıyan ve yangına ilk müdahale için en elverişli konumda olan orman köylülerinin yangınlara karşı eğitimini sağlayacak, belediye gücüyle arazöz desteğinden oluşan ekipman desteği vereceğiz.

Orman yangınlarının başladığında ilk müdahaleyi sağlayacak araç ve teçhizatlardan yoksun olan köylere ilişkin bilgiler, veri tabanında mevcut olmasına rağmen yangına ilk müdahale yapılamamakta ve yayılımının önüne geçilememektedir. Halbuki orman köylüsü yangının yayılmasını önleyecek en öncü güçtür.

Aynı zamanda belediye bünyemizde bir çöp toplama ekibi kuracağız. Yangın riskinin olmadığı mevsimlerde ekiplerimiz düzenli aralıklarla yamaç, orman ve dağlarda yangına sebebiyet veren çöpleri toplayacak, düzenli olarak kontrollerini sağlayacak.

-İMAR RANTI VE KIYILARIN YAĞMALANMASINA, DOĞAL VARLIKLARIN İMHASINA DAYANAN POLİTİKALARA KARŞI VAR GÜCÜMÜZLE MÜCADELE EDECEK AKTİVİST BİR BELEDİYECİLİK ANLAYIŞI ORTAYA KOYACAĞIZ.

Bugün Antalya’nın merkez ve çevre ilçeleri bilinçli bir ekolojik kırımın muhatabı durumdadır. AKP’li Başkan Menderes Türel döneminde başlatılan ve CHP’li başkan Muhittin Böcek tarafından tamamlanmaya çalışılan Boğaçay Projesi, dere yatağındaki doğal dokuyu bozduğundan önemli çevre sorunlarına yol açmaktadır. Aynı şekilde Phaselis’te Turizm Bakanlığı kıyı kanunu, ilke kararı ve millî park planına aykırı biçimde proje yürütümüne devam etmektedir. Bu ve benzeri ihlaller, anayasa ve tüm çevre mevzuatına rağmen ekonomik saiklerle devam ettirilmektedir. Bizim belediyecilik anlayışımızın temelinde insanın doğa ile uyumlu, çevresel hak ihlallerine engel olunacak bir yaşam kurgusunun yerleştirilmesi bulunmaktadır. Doğal ve arkeolojik varlıkları korumak tüm kişi ve kurumlar gibi aslî olarak büyükşehir ve ilçe belediyelerinin görev kapsamında bulunmaktadır. Bu sebeple mevzuata dayanan tüm yetkiler doğanın korunması için seferber edilecek, bu konuda köylüler ve yöre sakinleriyle her zaman dayanışma içinde olunan aktivist bir belediyecilik anlayışı ortaya konacaktır.

-ANTALYA’NIN BİR İNSAN HAKLARI KENTİ HALİNE DÖNÜŞMESİ İÇİN TÜM YETKİ VE ARAÇLAR SEFERBER EDİLECEKTİR.

Göç alan ve metropolleşen kent yaşamında, dezavantajlı grupların gündelik yaşamda karşılaştıkları zorlukların insan hakları temel standartlarına uygun biçimde minimize edilmesi ve ortadan kaldırılması temel amaçlarımızdandır. Bu anlamda insan onuruna uygun bir yaşamın inşası için toplumsal cinsiyet, çocuk hakları, yaşlı ve engelli haklarına ilişkin göstergeler bu faaliyete özgülenmiş uzmanlar ekibi tarafından sürekli olarak takip edilecek ve her bir grup için ayrıca kent yaşamını kolaylaştırıcı nitelikte projeler geliştirilecektir.

HAYVAN HAKLARINI MERKEZİNE ALAN ÇALIŞMALAR YAPACAK, KISIRLAŞTIRMA SEFERBERLİĞİ BAŞLATACAĞIZ.

Bugün dünyada geçerli olan sistem hayvanları temelde ikiye ayırıyor: Evcil hayvanlar ve “kullanılabilir” hayvanlar. Her iki grup için de geçerli olan kanunlar hayvanların temel hak ve özgürlükleri üzerinden değil, refah bakış açısı üzerinden insan kullanımına göre şekilleniyor. “Böl, ötekileştir ve yönet” mantığıyla işleyen bu anlayış sebebiyle hayvanlar yaygın biçimde ihlale uğramaktadır. Bu işleyiş esasen 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun fiilen askıda olmasının da doğul sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bugün mevcut ve geçerli olan 5199 sayılı kanunun birçok maddesi, aslında sokak hayvanları için olabilecek en iyi kanundur. Çünkü kanun, sokak hayvanlarının kısırlaşma ve aşılanması ile güçten düşenlerin/hastaların tedavi ve bakımlarının hem ekonomik hem idarî anlamda sorumluluğunu devlete verirken, aynı zamanda her ilde gönüllülerle birlikte çalışmayı da şart koşmaktadır.

Ancak AKP döneminde çıkarılmasına rağmen,kanun yaklaşık 20 yıldır uygulanmamıştır. Bugün “sokak hayvanları sorunu” olarak medyanın her gün tazeleyerek gündemde tuttuğu konu, temelde bir belediyecilik, bir yasa, bir uygulama sorunudur. Çözümü ise, ihaleler ile devlet sorumluluğunu özelleştirerek üzerinden atmak ya da siyasî iktidarın yarattığı ekonomik sıkıntıda kendi yaşamını dahi idame ettirmekte zorlanan vatandaşa bir de devletin sorumluluğunda olan hayvanların bakımını yıkmak değildir.

Çözüm, belediyelerin seçimler öncesinde vaat ettikleri sözleri tutmaları, vatandaşın vergilerinden kesilerek, kendilerine sokak hayvanları için ayrılan bütçeler ile görevlerini yapmaları, belediyelerin de uymak zorunda olduğu 5199 sayılı kanuna göre hareket etmeleridir. Bu bir lütuf değil, yasa gereği hukukî bir zorunluluktur, görev tanımıdır.

Bugün Türkiye’deki yaklaşık 1400 belediyenin (1389) 1200’ünde kısırlaştırma yapılmamaktadır. Sokak köpekleri durmadan üremekte, kısırlaştırılmamış dişilerin olması erkek köpekleri bir araya çekip çete kavgalarına sebep olmaktadır. Artan sayı ve yetersiz yemek, sürü hayvanı olan köpeklerin yemek bulabildikleri dar alanlara toplanmasına, alanlarını korumasına ve sonuç olarak o bölgede hem insanlar hem hayvanlar açısından ciddi sorunlara yol açmaktadır. Çözüm belediyelerin yasaya uyması, kısırlaştırma yapmasıdır. Sokak hayvanları belediyelerin, dolayısıyla devletin korumasındadır. Bu noktada onların kısırlaştırmaları, aşılanmaları ve küpelenmeleri belediyelerin sorumluluk alanındadır. Bu bilinçle hareket ederek, belediyenin Hayvan Hakları Koruma Kanunu’nun getirdiği güvence ve görevler için en aktif biçimde çalışmasını seferber edeceğiz. Ayrıca atık yiyecekleri dönüştürmek ve besleme amaçlı kullanmak için gerekli sistemi titizlikle inşa edeceğiz.

-İNSAN HAKLARI KENTİ YARATMANIN DOĞAL SONUCU OLARAK KADINLAR, ÇOCUKLAR VE LGBTI+ BİREYLERLE İLGİLİ POZİTİF AYRIMCILIK TEMELİNDE ÇALIŞMALAR ORTAYA KOYACAK, İHLALLERİN KARŞISINDA OLACAĞIZ.

-LGBTI+ bireylerin en önemli sorunları, haklarının ihlal edilmesi dahi  değil, en temel yaşam hakları yok sayılan bireyler olmalarıdır.  Birçok LGBTI+ birey, ailesi ya da yakınları tarafından öldürülme korkusu ile kendine ait olmayan, saklanmak zorunda kaldığı bir hayatı yaşamaktadır. Eğitimlerini yarıda bırakmak, kimliklerini saklamak zorunda kaldıkları durumlarda sigortalı işe girememek ya da kendi adlarına ev kiralayamamak gibi LGBTI+ olmayan bireylerin hemen hemen hiç karşılaşmadıkları sorunlarla karşı karşıyadırlar. Sebebi, ataerkil toplum yapısında can güvenliklerinin olmaması, kanunların da haklarını ne onlar hayattayken ne de başlarına bir şey geldiğinde, koru(ya)mamasıdır. Bu durum, politiktir. Konu aslında özünde bir “cinsel kimlik açıklaması”ndan çok, bir “özel hayatı açıklama” baskısıdır. Bugün LGBTI+ olmayan hiçbir bireyin kendini, özel yaşamını, cinsel kimliğini açıklamasının beklenmemesi, bu baskının uygulanmaması gerekmekte iken bu zorlama ile karşı karşıya kalmaları temelde  bir yaşam hakkının sağlanmamasıdır. Ancak toplumda “farklı” olan bireyler, bu baskı altındadır.

Gelişmiş bir toplumda, hiçbir birey, kendi rızası olmadıkça kimliğini -herhangi bir kimliğini- açıklamak zorunda kalmamalı, bırakılmamalıdır; çünkü toplumun temeli her birey için eşit olan iş ve emek, adalet ve hukuk olmalıdır. Bu eşitliğin sağlanabilmesi için de, LGBTI+ bireylere yönelik her türlü ayrımcılık, istismar ve şiddet eyleminin karşısında olacağız.

-İstanbul Sözleşmesi’nden çekilinmesi sonrasında, resmi olarak açıklanan rakamlar gerçeği yansıtmamakta, kadın cinayetleri daha da fazla artmaya devam etmektedir. Aslında Türkiye hiçbir zaman kadınlar için “güvenli bir ülke” olamamıştır; ancak 20 yıl öncesine kıyasla, daha baskıcı, daha katı, kadına ve çocuğa yönelik şiddette daha cezasız ve dolayısıyla suçu teşvik edici bir noktada olduğumuzu söylemek yanlış olmayacaktır. Kadını çocuk doğurma, bakma ve ev içi işler sorumluluğunun içine sıkıştıran, doğum sonrası izni sadece kadına veren, kadına eş ve anne olmak dışında bireysel hiçbir alan açmayan, kız çocuklarının gelişimlerine uzak durarak kadın-erkek arasındaki mesafeyi henüz ergenlikte ve aile içinde koyan zihniyet, kamusal alan içinde de kadınlara yönelen yaygın hak ihlalleriyle varlığını devam ettirmektedir.

Bu konuda kreş konusu ile ilgili yeniden ayrı bir parantez açmakta yarar bulunmaktadır. Kreşler de kadınlar için bir alandır. Erkek eşin çalışıp kadının evde çocuk baktığı ailelerde kadının hiçbir bireysel alanı ya da kendine ait zamanı yoktur. Devlet güvenli, donanımlı kreşler açmalı ve kadına biçilen “çocuk bakma” görevini devralmalıdır. Tabii ki anne çocuğa bakacaktır, ancak Türkiye’de bu görev salt kadına yüklenmiş, baba resmin büyük oranda dışında kalmıştır.

Kreşler ayrıca çocuklar için eğitim alanları da olmalıdır. Bu eğitim sadece akademik olarak algılanmamalı, çocuklar hem toplum içinde yaşayan sosyal bireyler olarak yetişmeli hem de çoğunlukla tanıdık kişilerden, bazen de yabancılardan gelebilecek tehditlere karşı bilinçli olmayı öğrenmelidir. Belediyecilik faaliyetlerinin, tıpkı kreş uygulamasında olduğu gibi, kadının kamusal yaşamda varlığını arttıracak ve ev içi emek yükünü azaltacak biçimde sistemleştireceğiz.

-ANTALYA’YI UYUŞTURUCU İLE MÜCADELEDE ÖRNEK ŞEHİR HALİNE GETİRECEĞİZ. SADECE MEDİKAL TEDAVİ DEĞİL, BİREYLERİN REHABİLİTASYON VE TEDAVİ SONRASI TOPLUMA DAHİL OLABİLMESİ İÇİN DE ÇALIŞACAĞIZ.

Antalya uyuşturucu madde bağımlılığı ve buna bağlı suç konusunda Türkiye’nin en sıkıntılı ilk 5 şehrinden biri. İl geneline baktığımızda Alanya’dan Finike’ye, Kaş’a kadar bir madde trafiğinden ve kullanımından söz edebiliriz. İç İşleri Bakanlığı’nın verilerine göre bugün Antalya’da 300 bin civarında bağımlı var. Eroinden sonra en fazla metanfetamin, A4 uyuşturucu, kokain ve esrar türevleri kullanıyor. Uyuşturucu konusuyla ilgili olarak bugüne kadar ne yerel belediyeler ne de büyükşehir belediyesi bir çalışmaya imza atmış değil.

 

Antalya’da bugün uyuşturucu ile mücadele için ikisi kamusal, biri özel olmak üzere sadece üç Amatem var. Üniversiteye bağlı merkezde imkânlar çok sınırlı: Her hastaya 20-25 günde bir sıra geliyor ve tedavi oranı da % 3 ile 7 arasında değişiyor. Ailelerin ekonomik güçleri olmayınca, çocukların tedavi şansı da olamıyor.

 

Tedaviyle ilgili en önemli eksiklik ve sıkıntılardan biri Sosyal Güvenlik Kurumu’nun bağımlılığa yönelik tedavide kullanılan ilaçları (son iki yıldır) karşılamıyor olması. Alkol ve madde bağımlılığı ile uyuşturucu ile mücadeleye en büyük desteği büyükşehir ve yerel belediyelerin vermesi gerektiğine inanıyoruz.

 

Bu noktada bağımlı bireylerin tıbbî tedavilerinin yapılması için büyükşehir tarafından sadece tıbbî değil, rehabilitasyon merkezleri de açmayı hedefliyoruz. Bu merkezlerde tedavi edilen bireylerin, tedavilerinden sonra topluma kazandırılabilmeleri için süreç içinde onların da dahil olacakları etkinlikler düzenleyecek; mesleği olmayanlara meslekî yeterlilik kurslarında imkânlar tanıyacak; işi olmayanların iş bulabilmesi için platformlar oluşturacağız. Bir toplum sorununu, yine toplum içinde birlikte aşacak, hiçbir vatandaşımızı yaşadığı sıkıntılı günler nedeniyle dışarıda bırakmayacağız.

 

Bağımlı bireylerin tedavilerini tamamlayabilmeleri için bireylere verilen tedavi ve desteklerin aynı şekilde ailelere de verecek, aileleri de tedavi sürecine dahil edeceğiz.  

 

Uzman ekibimiz ile Antalya’da bugün olmayan ama kurulmasının elzem olduğuna inandığımız Uyuşturucu ile Mücadele Derneği’ni kuracağız.

 

Antalya’nın kanayan yarası Zeyinköy ve Yeşildere’nin imar planları gündemde ancak bu yerlerde yaşayan bağımlı bireylerin rehabilite edilmeden yer değiştirmesi, alkol ve madde bağımlılığı sorununun Antalya’nın diğer ilçeler de yayılması riskini taşıyor. Bu noktada, bu uyuşturucu ile mücadele ve halkın bu konuda bilinçlendirilmesi, önem açısından ivedilik taşıyor.

Ütopya değil, hayatın gerçekliğinin farkındayız. Antalya’yı hep birlikte yaşanabilir bir hale getirmek için yola çıktık. Ancak halk katılırsa, yaşanabilir bir kent yaratılabilir. Bu hikâyeyi birlikte yazalım.

Antalya bizim, Antalya hepimizindir!

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve okurmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.