Bazen inceden kalbiniz sızlar öyle çok öfkeli, kızgın ya da aşırı üzülmezsiniz de incinirsiniz içten içe. Kırgınlığınızla görülmezsiniz, üzgünlüğünüzle görülmezsiniz, anlatırsınız anlaşılmazsınız, sesiniz kısılır yavaştan. Tıpkı frekansı tutturalamayan radyoda sevdiğiniz şarkıyı hevesle dinleyecekken ara ara cızırtıların canınızı sıkması gibi tatsız.
Elbette o sızı bazen geçer, bazen üstü örtülür, görmezden gelinir, inceden bir sızı olduğu için çok üstüne düşmezsiniz nasılsa geçer diye düşünürsünüz. Fakat bu sızılar artmaya başlarsa vay halinize…
Hepimiz kırılganlığımızla varız bu hayatta en çok da en sevdiklerimize kırılırız ve en çok onlar canımızı acıtınca kanarız. Dışarıdan uğradığımız haksızlıklar, şiddet ya da kötülükler o kadar acıtmaz canımızı onlara karşı gardımızı alırız, savaşarız. Fakat en sevdiklerimiz canımızı yakarsa ve bu kalp sızılarına sebep olursa bir de bunu telafi etmezler ya da görmezden gelirlerse yaralar büyür.
İnsanız hepimiz iletişim ve ilişkiler dünyasında yol alıyoruz ailemiz, arkadaşlarımız, eşimiz, partnerimiz en yakınlarımız tarafından görülmek, duyulmak, anlaşılmak, sevmek ve sevilmek isteriz. Her zaman istediğimiz ölçüde bu ihtiyaçlarımızı karşılamayabiliriz elbette. Esnek bir alan oluşturmalıyız en yakınlarımız için yakın ilişkiler kolay inşa edilmiyor kolay da yok edilmemeli. Olumsuzlukları sineye çekelim çektirelim demiyorum tabi ki ama sevdiklerimiz için de özel bir kapasitemiz ya da kredimiz olmalı. O an yoksa bile belki bunu sonrasında telafi edebilmeliyiz, şu an kabım çok dolu sana yerim yok ama anlıyorum hassasiyetini bu konuyu şimdilik park edelim şu zaman mutlaka konuşalım diyebilmeliyiz.
Hayatın koşturmacası, telaşlar içinde yıllar o kadar çabuk geçiyor ki, bir de ekonomisi savaşları, trafiği, gündelik sıkıntıları derken en çok ihtiyacımız olan şey huzur ve güven alanları, sevdiklerimiz ve onlarla yaptığımız gerçek sohbetler, zaman ayırmalar, sarılmalar. Fazla mı romantik oluyor böyle söylemler bilemiyorum ama insan ilişkiler içinde yara alır ya da ilişkiler içinde iyileşir sosyal canlılarız malum.
Özellikle sevdiğimiz insanlara karşı daha açık iletişimde ya da ihtiyaçlarına karşı duyarlı olabilmeliyiz diye düşünüyorum. Olamıyorsak da yol almalıyız sonuçta kimse kimseye ne kalp sızısına neden olmalı, ne de o kalp sızısıyla o alanda kalmalı. Üç günlük dünya niye birbirimize yük olalım ki…
Eğer birbirimizi görmeyeceksek, gözetmeyeceksek ve halini anlamaya niyetli olmayacaksak sağlıklı gönül bağı da kurulamaz.
Kalpteki sızılar biriktikçe tatsızlaşır insan neşesi, hevesi, motivasyonu kaybolur. Işığı söndüren bir şeydir bu sızılar bir anda olmaz ama yavaş yavaş ele geçirir bünyeyi. Üstünü örtüp geçiştirdikçe sızılar derinleşir, hassas zamanlarda ortaya çıkar ve bu kez acıtır kalbi.
Beden sağlığımız kadar önemlidir ruh sağlığımız, neşemiz, canlılığımız. Siz siz olun biriktirmeyin kalp sızılarınızı o an zamanı olmasada canınızı yakan şey ne ise ve bunu yapan kimse mutlaka konuşun. Herkes kendi duygusunun sorumluluğunu alsın. Siz sineye çektiniz, sabrettiniz ve o ince sızılara katlandınız diye ne bir mükafat alıyorsunuz ne de kimse şükran duyuyor. Zaten bu beklentilerdeyseniz geçmiş olsun mümkün değil, yapmasaydın ben mi istedim oluyor günün sonunda. Konuşurken de onunda halini görmeye niyet ederek, yargısız bir yerden olma bu konuşma. Çünkü belki de aynı zamanla denk gelmiştir tetiklenmeleriniz, kalp yorgunluklarınız.
O yüzden sevgili dostlar duygularınızı, ihraçlarınızı, kırgınlıklarınızı, kalbinizi sızlatan şeyleri açıkça paylaşın muhatabınızla. Üstünden geçmeyin, geçiştirmeyin, biriktirmeyin ve açık kalplilikle her iki tarafında ihtiyacını görerek dinleyin birbirinizi. Kırıklarınıza da sahip çıkın sevinçleriniz kadar, görmezden gelmeyin biriktirmeyin, sevgiler…