Esra Sarıca
Köşe Yazarı
Esra Sarıca
 

Sevinememekten Yoruldum

İnsan bazen üzülemediğine değil de; sevinemediğine, kutlayamadığına belki de çocukluğundaki gibi coşkuyla neşelenemediğine yanar.   Uzun zamandır düşünüyorum da ben artık mutluluğu kısa zamanda tüketmekten korkuyorum. Mesela güzel bir şey olduğunda ya da kutlanacak bir an çıktığında karşıma tam olarak coşkuya giremiyorum, içimden tam anlamıyla sevinmek gelmiyor. Sanki fazla sevinirsem başıma bir şey gelecekmiş gibi hissediyorum. O anın tadını çıkarmak yerine hep biraz temkinliyim ve bundan artık yoruldum. Korkuyorum mutlu anların çabuk bozulmasından çünkü bu toplum bize  ‘çok gülersen ağlarsın’, ‘çok sevinirsen göze gelirsin’ dedi, ya da tam sevindik akabinde tatsız bir şey oldu, ‘al işte gördün mü göstere göstere sevindin musibet buldun’ dedi.   Bir şeyi başarmışız mesela, güzel bir haber almışız, hayatın içinden küçük ama kıymetli bir an çıkmış… Ama biz ne yapıyoruz? Kutlamayı erteliyoruz. Dur bakalım, biraz bekleyelim, aman nazara gelmesin, şimdi sevinmeyelim diyip geçiştiriyoruz. O an kaçıyor, biz de arkasından bakıyoruz.   Üstelik bu sadece bireysel bir mesele de değil. İnsanlar üzülecek şeyleri fazlasıyla büyütüyor. Dram, kayıp, dert uzun uzun konuşuluyor. Ama iş kutlamaya gelince bir duraksama başlıyor. Eğlenmek, mutlu olmak, başarıyı onurlandırmak sanki ayıp ya da gereksiz bir lüks gibi görülüyor. Sevinç küçülüyor, geri çekiliyor.   Bir de o meşhur “kem gözlüler” var. Kötü enerjiler, nazarlar, bakışlar… Sanki mutluluk dışarıdan biri tarafından kolayca bozulacak kadar savunmasız. O yüzden en güzel anlarımızı bile saklayarak yaşıyoruz. Çok mutlu olduk diyelim sonra başımıza gelen her olumsuzluğu dönüp o mutlu ana bağlıyoruz. Oysa çoğu zaman ilgisi yok. Bazı şeyler gerçekten de olacağı var olduğu için oluyor; ne eksik sevindiğimizle ne de fazla güldüğümüzle ilgili değil.   Yakınımızdaki insanlar ne kadar hasetlenirse hasetlensin; sırf nazara gelir, kötü enerji olur diye sevincimizi ertelemek zorunda değiliz. Birileri yargılıyor, konuşuyor ya da bakıyor diye de kendimizi kısmak zorunda değiliz. Mutluluk, başlı başına bir savunma gerektirmemeli.   Özel anları kutlamak kıymetli. Başarıları, ilişkileri, küçük zaferleri onurlandırmak hayatı çoğaltıyor. Biter korkusuyla, elalem ne der düşüncesiyle, ihtiyatla yaşanan sevinçler eksik kalıyor.   Belki de yapmamız gereken şey çok büyük değil. Güzel olanı olduğu yerde kabul etmek. O anın içinde kalmak. Biraz daha cesurca sevinmek. Çünkü bazen hayat, ancak coşkuyla yaşadığımız kadar bize ait oluyor.    
Ekleme Tarihi: 24 Aralık 2025 -Çarşamba
Esra Sarıca

Sevinememekten Yoruldum

İnsan bazen üzülemediğine değil de; sevinemediğine, kutlayamadığına belki de çocukluğundaki gibi coşkuyla neşelenemediğine yanar.

 

Uzun zamandır düşünüyorum da ben artık mutluluğu kısa zamanda tüketmekten korkuyorum. Mesela güzel bir şey olduğunda ya da kutlanacak bir an çıktığında karşıma tam olarak coşkuya giremiyorum, içimden tam anlamıyla sevinmek gelmiyor. Sanki fazla sevinirsem başıma bir şey gelecekmiş gibi hissediyorum. O anın tadını çıkarmak yerine hep biraz temkinliyim ve bundan artık yoruldum. Korkuyorum mutlu anların çabuk bozulmasından çünkü bu toplum bize  ‘çok gülersen ağlarsın’, ‘çok sevinirsen göze gelirsin’ dedi, ya da tam sevindik akabinde tatsız bir şey oldu, ‘al işte gördün mü göstere göstere sevindin musibet buldun’ dedi.

 

Bir şeyi başarmışız mesela, güzel bir haber almışız, hayatın içinden küçük ama kıymetli bir an çıkmış… Ama biz ne yapıyoruz? Kutlamayı erteliyoruz. Dur bakalım, biraz bekleyelim, aman nazara gelmesin, şimdi sevinmeyelim diyip geçiştiriyoruz. O an kaçıyor, biz de arkasından bakıyoruz.

 

Üstelik bu sadece bireysel bir mesele de değil. İnsanlar üzülecek şeyleri fazlasıyla büyütüyor. Dram, kayıp, dert uzun uzun konuşuluyor. Ama iş kutlamaya gelince bir duraksama başlıyor. Eğlenmek, mutlu olmak, başarıyı onurlandırmak sanki ayıp ya da gereksiz bir lüks gibi görülüyor. Sevinç küçülüyor, geri çekiliyor.

 

Bir de o meşhur “kem gözlüler” var. Kötü enerjiler, nazarlar, bakışlar… Sanki mutluluk dışarıdan biri tarafından kolayca bozulacak kadar savunmasız. O yüzden en güzel anlarımızı bile saklayarak yaşıyoruz. Çok mutlu olduk diyelim sonra başımıza gelen her olumsuzluğu dönüp o mutlu ana bağlıyoruz. Oysa çoğu zaman ilgisi yok. Bazı şeyler gerçekten de olacağı var olduğu için oluyor; ne eksik sevindiğimizle ne de fazla güldüğümüzle ilgili değil.

 

Yakınımızdaki insanlar ne kadar hasetlenirse hasetlensin; sırf nazara gelir, kötü enerji olur diye sevincimizi ertelemek zorunda değiliz. Birileri yargılıyor, konuşuyor ya da bakıyor diye de kendimizi kısmak zorunda değiliz. Mutluluk, başlı başına bir savunma gerektirmemeli.

 

Özel anları kutlamak kıymetli. Başarıları, ilişkileri, küçük zaferleri onurlandırmak hayatı çoğaltıyor. Biter korkusuyla, elalem ne der düşüncesiyle, ihtiyatla yaşanan sevinçler eksik kalıyor.

 

Belki de yapmamız gereken şey çok büyük değil. Güzel olanı olduğu yerde kabul etmek. O anın içinde kalmak. Biraz daha cesurca sevinmek. Çünkü bazen hayat, ancak coşkuyla yaşadığımız kadar bize ait oluyor.

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve okurmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.