AESOB Kurban bayramı
Konyaaltı Kurban Bayramı
Büyükşehir Kurban Bayramı
Berna Deveci
Köşe Yazarı
Berna Deveci
 

Bir sanatseverin intiharı

Alois, Strones köyünde yaşayan yoksul Maria Anna Schicklgruber’in 7 Haziran 1837 yılında dünyaya getirdiği gayri meşru erkek çocuğuydu. Doğduğu gün vaftiz edilmiş fakat baba ismi ve soyadı kayıtlara yazılmamıştı. Annesi Maria Anna, 1842 yılında Georg Hiedler ile evlenince ilk defa üvey de olsa bir baba figürü ile karşılaşmıştı. Fakat Georg, Maria ile evli kaldığı süre içerisinde Alois’e adını ve soyadını vermemişti. 1847 yılında (5 yıl sonra) annesini kaybeden Alois, üvey babası Georg’un kardeşi Johann Nepomuk tarafından evlat edinilmiş ve sonunda nihayet bir baba adı ve soyadı olmuştu. Gerçekte babası olmayan Johann ile tam olarak aynı soyadına sahip olmak istemeyen Alois, Hiedler yerine, soyadını Hitler olarak değiştirmişti (1).   Yukarıdaki kısa açıklamadan da anlaşılacağı üzere bu haftaki konumuz Adolf Hitler… Fakat size II. Dünya Savaşı’nın çıkışından, milyonlarca insanın öldüğünden, dünyanın nasıl bir cehenneme döndüğünden bahsetmeyeceğim. Zira küçük bir internet taraması ile gerçek savaş sahnelerine de bu konuda yapılmış belgesel ve envai çeşit dokümana da kolayca ulaşabilirsiniz.   Amacım bu köşede her hafta sizlere bildiğiniz konuların perde arkasında kalmış küçük ayrıntılarını göstermektir. Olayların olduğu dönemlerden geriye, gidebileceğimiz en uç noktalara kadar gidip oradan günümüze ışık tutmaktır. Böylece şu an durduğumuz yerden değil de ta orada, yolun en başında ne gibi siyasi, sosyolojik, kültürel olaylar varmış görebiliriz. Dikiz aynasının anlamını da bir ara sizler için yazacağım. Ama bugün konumuz Adolf Hitler! Hazırsanız başlıyoruz:   Adolf’un annesi Klara, babasından 23 yaş küçüktü. Alois’in önceki evliliklerinden iki çocuğu bulunmaktaydı. Adolf doğmadan önce Klara’nın doğan çocukları yaşamamıştı. Bu nedenle Klara, 20 Nisan 1889’da dünyaya getirdiği küçük Adolf’a hayli düşkündü ve onu çok nazlı büyüttü. İlgisinin sürekli Adolf’ta oluşu Alois’in bu durumu hoş karşılamamasına sebep olmuştur. Hatta Adolf’a babasının fiziksel şiddet uyguladığı ve bu nedenle 11 yaşında Adolf’un evden kaçma planları yaptığı kayıtlarda geçmektedir (2).   Alois, 1 Mayıs 1895’te küçük bir çiftlik satın alarak ailesini Fischlham’a taşımıştı. Adolf burada ilkokula başladı. Alois oğlu Adolf’un memur olmasını istiyordu. Bu nedenle 1900 yılında onu Realschule’e gönderdi. Ancak Adolf’un notları düşmeye başladı. (1). Adolf’un Realschule’e gittiği dönem evden kaçma planları yaptığı dönem ile örtüşüyor. Peki tam da istediği olmuşken, yani evden uzaklaşmayı başarmışken ne olmuştu da derslerinde başarısız olmuştu? Cevap çok basit: Sağlıklı bir ailede büyümeyen, sadece anne şefkati gören 11 yaşındaki bir çocuğun boşluğa ve yalnızlığa düşüşü!   Adolf 14 yaşında iken babası öldü. Annesi, teyzesi ve kardeşleriyle bir apartman dairesine taşındı. Kaynaklar burada Hitler’in disiplinsiz, konsantre olamayan, hayal kırıklığı karşısında başkalarını suçlayan yapısından bahseder. Hitler’in anlatımına göre bu yıllar hayatında geçirdiği en mutlu yıllardır (2).   Hitler’in vahşi ve acımasız oluşunu psikolojik ve sosyolojik olarak inceleyen akademisyenlere göre; Adolf’un hayatında yaşadığı iki önemli travma bulunuyor. Birincisi annesinin ölümü. İkincisi ise ressam olma hayalinin gerçekleşmemesi. Gerçekten de bir hayli beğeni toplayan (gördüğünüzde çok şaşıracağınıza eminim) tablolar çizmiş olan Adolf Hitler, Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’ne kabul edilmemiş kendisine mimarlık bölümlerine başvurması tavsiye edilmiştir. İşte bu iki olay sonrası hayata tutunma amacını kaybetmiş ve eğitimini de yarım bırakmıştır. 25 yaşında bir delikanlı olarak 1914 yılında o zamanlar Avusturya Macaristan İmparatorluğu toprakları olan Bavyera’ya giderek Alman ordusuna katılmıştır. Annesini kaybetmiş, gevşek aile bağları bulunan ve muhtemelen kendisini değersiz de hisseden Hitler, I. Dünya Savaşı sırasında başarılı bir asker olmuştur. Düşük rütbeli bir asker olmasına karşın üstün başarı kazanmıştır. Bu dönem, Hitler’in kendine hayatta yeni bir amaç edindiği ve askerlik mesleğini ailesindeki kayıplardan dolayı boşalan yere koyduğu yıllardır (2).   Bundan sonrasını zaten biliyorsunuz. Kavgam adlı kitabından alıntı yapmayı uygun bulmadım. Çünkü yaptığım araştırmalara göre; Kavgam kitabını inceleyen araştırmacılar birinci bölümde yazdığı acıklı aile tablosuna karşılık ikinci ve ilerleyen bölümlerde bir gurup ırkı üstün tutan sert ve suçlayıcı yazı dilinden bahsediyorlar. Bu da birinci bölümde sergilediği kişilik profiline uymamaktaymış.   İnsanların içinde yaşadıkları kültür, ekonomik koşullar, kişisel egoları, kendilerini inandırdıkları ve çevrelerinin onlara inandırdıkları fikirler hepsi de bir çocuğun ilerleyen yaşında nasıl bir kişiliğe sahip olacağını ve karşısına çıkan sorunlar karşısında takınacağı tavırları belirliyor. İşte Hitler de çocukluğunda yetiştiği çevre ve ülkesinin I. Dünya Savaşı sonunda yenilmesinin sonucu tarih sahnesine çıkmış karizmatik bir liderdir.   Karizma, resmi otoritenin etkisini kaybettiği ciddi krizlerde ve geleneksel değer ve düşüncelerin kaybedilmeye başlandığı ortamlarda filizlenir. Araştırmacılar, karizmanın niteliksel ve gözlenebilir bir olay olduğunu ve liderin davranışlarından kaynaklandığını ileri sürmüşlerdir (3).   Avusturya Macaristan İmparatorluğu da tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi dağılmış, imzaladığı ateşkes ve barış antlaşmaları ile toprak kaybetmiş bir devlettir. Bugün Avrupa’nın doğusundaki Balkan Devletlerinin çoğu, geçmişte Avusturya Macaristan İmparatorluğu toprakları idi. İşte bünyesinden büyük toprak parçaları kopmuş imparatorluğun bir de üstüne üstlük savaş borçları bulunuyordu. Bu borçları haliyle elinde kalan topraklardaki kaynakları ile ödenecekti. Sonuç olarak Almanya borçlu, halkı aç, yoksul, borçlarını ödeyemez duruma gelmiş bir ülke görünümündeydi. Böyle bir atmosferde bir hayli üzgün, kırgın ve yoksul halk, marjinal bir sesin söylediklerine kulak vererek yeniden bir umuda tutunmaya çalıştı. Adolf Hitler’in yükselişi işte böyle bir ekonomik, psikolojik, sosyolojik döneme rastlamıştır.   Kişilik yapısı ve çevresiyle kurduğu ilişkilerini inceleyen uzmanlar, ilk olarak anne ile babanın rol model olamadığı fikrini benimsemektedirler. Büyüklenmeci kendilik olarak tanımlanan çocuğun ebeveyne verdiği  mesaj, “Ben mükemmelim,  sen de bana hayransın!” şeklindedir. Kişi ilkel hırslar içindedir. Hitler’in yaşamıyla ilgili bilgiler göz önüne alınarak anne ve babanın çocuğa sağlıklı mesajlar veremediği, birinin hal ve tavırları ile çocuğunu bağımlı bir kişilik haline getirdiği, diğerinin ise rol model olamaması ve ilgisizliği nedeniyle çocuğun sağlıklı gelişmediği düşünülmektedir. Annesinin ölümü ile Almanya yenilgisi iç içe geçmiştir. Kendi saf vatandaşları dışında kalan guruplar ise ilgisinden yoksun bırakıldığı baba figürü ile iç içe geçmektedir. Hitlerin bilinçaltında kin gütme ve rövanşist duygular bulunmaktadır. 2. Dünya Savaşı sırasında yaşanmış soykırım ve işkencelerin nedenleri bu psikolojik yaklaşım ile açıklanabilmektedir (2).   Bütün bu sebep sonuç ilişkilerinden hareketle Hitler’in yaptıklarından asla pişman olmadığı, bu nedenle yeraltında bulunan karargahında intihar ederek cesedinin yakılmasını emrettiği sonucuna varılmaktadır. Hayatı boyunca hayal kırıklığı, ilgisizlik ve kayıplarının yerine tutunduğu ülkü ve inancının hatalı ve doğru olmadığını kabul edemez, büyük üzüntü duyduğu I. Dünya Savaşı şartlarına geri dönemezdi. Dolayısıyla hayatını sona erdirme tek seçeneği idi!   Bugün 30 Nisan 2024 Salı. Hitlerin yeraltındaki gizli karargahında intihar ettiği günün yıldönümü.  II. Dünya Savaşı biteli 79 yıl oluyor. Belki bir III. Dünya savaşı çıkmıyor. Ancak yanı başımızda, yıllar sonra belki liderlerini yine psikolojik açıdan inceleyeceğimiz kanlı olayların canlı tanığıyız.   Toplumlar sağlıklı oldukça sağlıklı bireyler yetişir. Dünya, sağlıklı bireyler yetiştikçe daha güzel ve barış içinde olacaktır! Aksi taktirde tarih tekerrür eder, eder, eder… Yararlanılan Kaynaklar:   (1) Kılıç, S. (2009). Türk basınında Hitler Almanyası (1933-1945) [Doktora Tezi].T.C. Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü. (2) Aydın, B.N. (2020, 30 Ekim-1 Kasım). Psikotarih açısından lider analizi: Hitler. IV. Uluslararası TURKCESS Eğitim ve Sosyal Bilimler Kongresi, İstanbul, Türkiye. (3) Demircioğlu, E.C. (2015). Karizmatik liderliğin yönetsel açıdan değerlendirilmesi. Uluslararası Akademik Yönetim Bilimleri Dergisi,1(1), 52-69.
Ekleme Tarihi: 30 Nisan 2024 - Salı
Berna Deveci

Bir sanatseverin intiharı

Alois, Strones köyünde yaşayan yoksul Maria Anna Schicklgruber’in 7 Haziran 1837 yılında dünyaya getirdiği gayri meşru erkek çocuğuydu. Doğduğu gün vaftiz edilmiş fakat baba ismi ve soyadı kayıtlara yazılmamıştı. Annesi Maria Anna, 1842 yılında Georg Hiedler ile evlenince ilk defa üvey de olsa bir baba figürü ile karşılaşmıştı. Fakat Georg, Maria ile evli kaldığı süre içerisinde Alois’e adını ve soyadını vermemişti. 1847 yılında (5 yıl sonra) annesini kaybeden Alois, üvey babası Georg’un kardeşi Johann Nepomuk tarafından evlat edinilmiş ve sonunda nihayet bir baba adı ve soyadı olmuştu. Gerçekte babası olmayan Johann ile tam olarak aynı soyadına sahip olmak istemeyen Alois, Hiedler yerine, soyadını Hitler olarak değiştirmişti (1).

 

Yukarıdaki kısa açıklamadan da anlaşılacağı üzere bu haftaki konumuz Adolf Hitler… Fakat size II. Dünya Savaşı’nın çıkışından, milyonlarca insanın öldüğünden, dünyanın nasıl bir cehenneme döndüğünden bahsetmeyeceğim. Zira küçük bir internet taraması ile gerçek savaş sahnelerine de bu konuda yapılmış belgesel ve envai çeşit dokümana da kolayca ulaşabilirsiniz.

 

Amacım bu köşede her hafta sizlere bildiğiniz konuların perde arkasında kalmış küçük ayrıntılarını göstermektir. Olayların olduğu dönemlerden geriye, gidebileceğimiz en uç noktalara kadar gidip oradan günümüze ışık tutmaktır. Böylece şu an durduğumuz yerden değil de ta orada, yolun en başında ne gibi siyasi, sosyolojik, kültürel olaylar varmış görebiliriz. Dikiz aynasının anlamını da bir ara sizler için yazacağım. Ama bugün konumuz Adolf Hitler! Hazırsanız başlıyoruz:

 

Adolf’un annesi Klara, babasından 23 yaş küçüktü. Alois’in önceki evliliklerinden iki çocuğu bulunmaktaydı. Adolf doğmadan önce Klara’nın doğan çocukları yaşamamıştı. Bu nedenle Klara, 20 Nisan 1889’da dünyaya getirdiği küçük Adolf’a hayli düşkündü ve onu çok nazlı büyüttü. İlgisinin sürekli Adolf’ta oluşu Alois’in bu durumu hoş karşılamamasına sebep olmuştur. Hatta Adolf’a babasının fiziksel şiddet uyguladığı ve bu nedenle 11 yaşında Adolf’un evden kaçma planları yaptığı kayıtlarda geçmektedir (2).

 

Alois, 1 Mayıs 1895’te küçük bir çiftlik satın alarak ailesini Fischlham’a taşımıştı. Adolf burada ilkokula başladı. Alois oğlu Adolf’un memur olmasını istiyordu. Bu nedenle 1900 yılında onu Realschule’e gönderdi. Ancak Adolf’un notları düşmeye başladı. (1). Adolf’un Realschule’e gittiği dönem evden kaçma planları yaptığı dönem ile örtüşüyor. Peki tam da istediği olmuşken, yani evden uzaklaşmayı başarmışken ne olmuştu da derslerinde başarısız olmuştu? Cevap çok basit: Sağlıklı bir ailede büyümeyen, sadece anne şefkati gören 11 yaşındaki bir çocuğun boşluğa ve yalnızlığa düşüşü!

 

Adolf 14 yaşında iken babası öldü. Annesi, teyzesi ve kardeşleriyle bir apartman dairesine taşındı. Kaynaklar burada Hitler’in disiplinsiz, konsantre olamayan, hayal kırıklığı karşısında başkalarını suçlayan yapısından bahseder. Hitler’in anlatımına göre bu yıllar hayatında geçirdiği en mutlu yıllardır (2).

 

Hitler’in vahşi ve acımasız oluşunu psikolojik ve sosyolojik olarak inceleyen akademisyenlere göre; Adolf’un hayatında yaşadığı iki önemli travma bulunuyor. Birincisi annesinin ölümü. İkincisi ise ressam olma hayalinin gerçekleşmemesi. Gerçekten de bir hayli beğeni toplayan (gördüğünüzde çok şaşıracağınıza eminim) tablolar çizmiş olan Adolf Hitler, Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’ne kabul edilmemiş kendisine mimarlık bölümlerine başvurması tavsiye edilmiştir. İşte bu iki olay sonrası hayata tutunma amacını kaybetmiş ve eğitimini de yarım bırakmıştır. 25 yaşında bir delikanlı olarak 1914 yılında o zamanlar Avusturya Macaristan İmparatorluğu toprakları olan Bavyera’ya giderek Alman ordusuna katılmıştır. Annesini kaybetmiş, gevşek aile bağları bulunan ve muhtemelen kendisini değersiz de hisseden Hitler, I. Dünya Savaşı sırasında başarılı bir asker olmuştur. Düşük rütbeli bir asker olmasına karşın üstün başarı kazanmıştır. Bu dönem, Hitler’in kendine hayatta yeni bir amaç edindiği ve askerlik mesleğini ailesindeki kayıplardan dolayı boşalan yere koyduğu yıllardır (2).

 

Bundan sonrasını zaten biliyorsunuz. Kavgam adlı kitabından alıntı yapmayı uygun bulmadım. Çünkü yaptığım araştırmalara göre; Kavgam kitabını inceleyen araştırmacılar birinci bölümde yazdığı acıklı aile tablosuna karşılık ikinci ve ilerleyen bölümlerde bir gurup ırkı üstün tutan sert ve suçlayıcı yazı dilinden bahsediyorlar. Bu da birinci bölümde sergilediği kişilik profiline uymamaktaymış.

 

İnsanların içinde yaşadıkları kültür, ekonomik koşullar, kişisel egoları, kendilerini inandırdıkları ve çevrelerinin onlara inandırdıkları fikirler hepsi de bir çocuğun ilerleyen yaşında nasıl bir kişiliğe sahip olacağını ve karşısına çıkan sorunlar karşısında takınacağı tavırları belirliyor. İşte Hitler de çocukluğunda yetiştiği çevre ve ülkesinin I. Dünya Savaşı sonunda yenilmesinin sonucu tarih sahnesine çıkmış karizmatik bir liderdir.

 

Karizma, resmi otoritenin etkisini kaybettiği ciddi krizlerde ve geleneksel değer ve düşüncelerin kaybedilmeye başlandığı ortamlarda filizlenir. Araştırmacılar, karizmanın niteliksel ve gözlenebilir bir olay olduğunu ve liderin davranışlarından kaynaklandığını ileri sürmüşlerdir (3).

 

Avusturya Macaristan İmparatorluğu da tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi dağılmış, imzaladığı ateşkes ve barış antlaşmaları ile toprak kaybetmiş bir devlettir. Bugün Avrupa’nın doğusundaki Balkan Devletlerinin çoğu, geçmişte Avusturya Macaristan İmparatorluğu toprakları idi. İşte bünyesinden büyük toprak parçaları kopmuş imparatorluğun bir de üstüne üstlük savaş borçları bulunuyordu. Bu borçları haliyle elinde kalan topraklardaki kaynakları ile ödenecekti. Sonuç olarak Almanya borçlu, halkı aç, yoksul, borçlarını ödeyemez duruma gelmiş bir ülke görünümündeydi. Böyle bir atmosferde bir hayli üzgün, kırgın ve yoksul halk, marjinal bir sesin söylediklerine kulak vererek yeniden bir umuda tutunmaya çalıştı. Adolf Hitler’in yükselişi işte böyle bir ekonomik, psikolojik, sosyolojik döneme rastlamıştır.

 

Kişilik yapısı ve çevresiyle kurduğu ilişkilerini inceleyen uzmanlar, ilk olarak anne ile babanın rol model olamadığı fikrini benimsemektedirler. Büyüklenmeci kendilik olarak tanımlanan

çocuğun ebeveyne verdiği  mesaj, “Ben mükemmelim,  sen de bana hayransın!” şeklindedir. Kişi ilkel hırslar içindedir. Hitler’in yaşamıyla ilgili bilgiler göz önüne alınarak anne ve babanın çocuğa sağlıklı mesajlar veremediği, birinin hal ve tavırları ile çocuğunu bağımlı bir kişilik haline getirdiği, diğerinin ise rol model olamaması ve ilgisizliği nedeniyle çocuğun sağlıklı gelişmediği düşünülmektedir. Annesinin ölümü ile Almanya yenilgisi iç içe geçmiştir. Kendi saf vatandaşları dışında kalan guruplar ise ilgisinden yoksun bırakıldığı baba figürü ile iç içe geçmektedir. Hitlerin bilinçaltında kin gütme ve rövanşist duygular bulunmaktadır. 2. Dünya Savaşı sırasında yaşanmış soykırım ve işkencelerin nedenleri bu psikolojik yaklaşım ile açıklanabilmektedir (2).

 

Bütün bu sebep sonuç ilişkilerinden hareketle Hitler’in yaptıklarından asla pişman olmadığı, bu nedenle yeraltında bulunan karargahında intihar ederek cesedinin yakılmasını emrettiği sonucuna varılmaktadır. Hayatı boyunca hayal kırıklığı, ilgisizlik ve kayıplarının yerine tutunduğu ülkü ve inancının hatalı ve doğru olmadığını kabul edemez, büyük üzüntü duyduğu I. Dünya Savaşı şartlarına geri dönemezdi. Dolayısıyla hayatını sona erdirme tek seçeneği idi!

 

Bugün 30 Nisan 2024 Salı. Hitlerin yeraltındaki gizli karargahında intihar ettiği günün yıldönümü.  II. Dünya Savaşı biteli 79 yıl oluyor. Belki bir III. Dünya savaşı çıkmıyor. Ancak yanı başımızda, yıllar sonra belki liderlerini yine psikolojik açıdan inceleyeceğimiz kanlı olayların canlı tanığıyız.

 

Toplumlar sağlıklı oldukça sağlıklı bireyler yetişir. Dünya, sağlıklı bireyler yetiştikçe daha güzel ve barış içinde olacaktır! Aksi taktirde tarih tekerrür eder, eder, eder…

Yararlanılan Kaynaklar:

 

(1) Kılıç, S. (2009). Türk basınında Hitler Almanyası (1933-1945) [Doktora Tezi].T.C. Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü.

(2) Aydın, B.N. (2020, 30 Ekim-1 Kasım). Psikotarih açısından lider analizi: Hitler. IV. Uluslararası TURKCESS Eğitim ve Sosyal Bilimler Kongresi, İstanbul, Türkiye.

(3) Demircioğlu, E.C. (2015). Karizmatik liderliğin yönetsel açıdan değerlendirilmesi. Uluslararası Akademik Yönetim Bilimleri Dergisi,1(1), 52-69.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve okurmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Suna Ülger
(02.05.2024 11:13 - #226)
Her canavarı yaratan başka canavarlar vardır mağdurların mağduru sendromu.guzel bir yazı bernacim eline emegine saglik
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve okurmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.