Bugün anneler günü!
Ne güzel ne mutlu bir gün bugün.
Çocuğu gözü önünde, kanatlarının altında olan anneler için bugün mutlu bir anneler günü olacak. Çocuğu uzakta olan, ondan zaman zaman da olsa haber alan, onun iyi, mutlu ve sağlıklı olduğunu bilen anneler de günün en mutlu anneleri bugün.
Ya çocuğunun nasıl olduğunu bilemeyen, haber alamayan anneler! Hukuksuz, haksız bir şekilde gözaltında tutulanların, yargılananların, suçsuzluğu gün gibi aşikâr gencecik fidanların anneleri! Onlar da mutlu bir gün geçirecekler mi bu anneler gününde?
Bunları düşündükçe içim sızladı bugün. Kutlayamadım anneler gününü ben bugün. Çocuğumun huzurlu ve güven içinde olmasına gizlice sevindim. Açıktan sevinirsem çocuğundan haber alamayanları daha çok üzerim gibi geldi bana. Utandım sevindiğime ben bugün.
Çünkü annelik yalnızca kendi çocuğunu değil, tüm çocukların iyi olmasını dileyen delicesine bir duygudur. Sanki bıraksalar dünyadaki bütün çocuklara bakabilir, besleyebilir, büyütebilir anneler. İçlerinde nereden geldiği bilinmez sonsuz bir sevgi kaynağı var. Yolda bir kedi yavrusu görse öpüp koklamak, sarıp sarmalamaktır annelik. Yaşamın kaynağı gibi. Hiç bitmeyen tükenmeyen bir sevgi.
Ama biz anneler bu anneler gününde eksik kaldık. Yüzümüzün yarısı buruk bir sevinçte diğer yarısının gözünden ise yaş akmaya devam ediyor. O yüzden ben bu anneler günündeki sevinç ve mutluluk hakkımı kalplerinden öpülesi, mangal yürekli, çocuklarından ayrı düşmüş bu yalnız annelere vermek istiyorum. Siz de verir misiniz?
Belki böylece gitgide tükenen umutlarına küçük de olsa bir kıvılcım oluruz. Belki böylece birlik olma duygusunu sonsuza kadar özgür bırakır tüm haksızlıkları, adaletsizlikleri, kin, nefret ve egoyu hapsederiz dünyanın en karanlık noktasına. Ne dersiniz anneler?
Çok mu şey istedim sizce ben bugün? Olmaz mı sizce bu anlattıklarım?
Hayır diyenlere inat olsun istiyorum. Buna siz de lütfen bütün kalbiniz ile inanın. Çünkü inanmaktan vazgeçersek, pes edersek işte o zaman biteriz. Yıkılırız. Gün birlik olma, haksızlıklara dur deme günüdür…
İstiyorum ki bu anneler güçlerini anneliğin o sonsuz enerjisinden almasınlar artık! Her gün karanlık hücrelere umutlarının son kırıntılarını göndermesinler! Üstüne titredikleri adalete olan inançları tükenecek diye korkmasınlar, gıdım gıdım kullanmasınlar hakkı, hukuku, adaleti. Uyandıklarında yastıklarını değil gülmekten gözlerini ıslanmış bulsunlar.
Şu aşağıdaki satırları karanlık hücrelere postalamasınlar…
“Sevgili Çocuğum,
Seni bu ülkenin karanlık yüzünü göstermeden yetiştirmek için çok uğraştım. Seni güvenli evimizde tüm kötülüklerden uzak tutarak çoğu zaman gözlerimdeki yaşlara anlam veremediğin “Dünyanın çok da güzel ve mutlu bir yer olmadığını kulağına fısıldadığım cümlelerimi ancak masallarda olabilecek kötülükler sandın. O fısıldadığım kelimelere gülüp geçtin. Bilmiyordun ki! Hiç karşılaşmamıştın ki şiddetle, korkuyla, manipülasyon ile, yalanla, talanla... İnanamadın haksız olanlara inanıldığına; söylediklerinin duyulmamasına; sesinin bu kadar kısıldığına!
Çocukluğuna, masumiyetine, saflığına hoşça kal de. Kabına sığmayan o masum güzel bakışlarını sevgiyle uğurla. Koy yerine her şeyin altında bir bit yeniği aramayı. Koy yerine herkesin sana bir gün haksızlık edebileceğini. Koy yerine saf inancın çok tehlikeli bir şey olduğunu. Hoşça kal çocuğum. Hoşça kal.
Çocukluğuna veda ettiğin için üzülme. Her giden şey daha güzelini getirecektir sana. Aramıza hoş geldin yaşlı ve üzgün genç. Bu coğrafyanın gençleri durgundur. Dingindir. Önce parçalanır. Sonra küllerinden doğar. Sen de şimdi kalk ayağa. Tekrar buluşacağımız güne kadar tut kendi ellerinle çeneni kaldır o özgür ve gururlu başını. Güzel günler hep var olacak. Sen yeter ki iste. Umudunu kaybetme…”
Ülkemiz 102 yılda çok badireler atlattı. Her bir badirede bir adım, iki adım derken geri gide gide cumhuriyetin de gerisine düştük. Yazık…
Oysa ki 1923 yılının yıkık dökük Türkiye’si Avrupa’ya öğrenci göndermiş, üstelik gönderdiği öğrenciye bizzat dönemin cumhurbaşkanı ''Sizleri bir kıvılcım olarak yolluyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz. ” şeklinde telgraf bile yazmıştı.
Bugün geldiğimiz noktada ise gençlerimiz çabalamaktan bitap düşmüş. Yorgun. Çaresiz. Değil kıvılcım bir kibritin yanması muhtemel ucu bile olsun istenmiyorlar. Avrupa desen kollarını açmış beklemiyor gençlerimizi. Çünkü gidenler ya irtica edip bir daha dönmüyor. Ya da bir daha dönmemek üzere gidiyor.
Ne gariptir ki bu zorlukların hepsine efeler gibi göğüs geren gençlerimizin sayısı yine de azımsanmayacak kadar fazla. Umutlarını asla kaybetmiyorlar. Çünkü aynı cumhurbaşkanının sözleri ‘belki her birine tek tek mektup yazamaz ama’ yollarını aydınlatmaya hala devam ediyor.