CHP’nin, 22. Olağanüstü Kurultay yapmak zorunda kalışı bana neler hatırlattı neler (!) Bir bilseniz. Güldüm tarihin çaresizce tekerrür edişine.
Örneğin 2 Aralık 1922’de TBMM’ye sunulan milletvekilliği seçim yasasının değiştirilmesi önergesini hatırlattı. Önergeye göre; Misak-ı Milli sınırları dışında doğanlar ve bulunduğu yerde 5 yıldan daha az ikamet edenlerin milletvekili seçilmemeliydi.
Mustafa Kemal’in mecliste söz alıp bu önergeye karşı itiraz ettiği bir konuşması var. Kısaca diyor ki: “Bu tasarı özel bir amaç güdüyor…Bu tasarı, doğrudan doğruya, beni yurttaşlık haklarından yoksun bırakmaya yönelmiştir. On dördüncü maddesinde yazılı satırları gözden geçirecek olursanız, göreceksiniz ki; Büyük Millet Meclisine seçilebilmek için, ya Türkiye’nin bugünkü sınırları içinde kalmış yerlerin halkından olmak ya da bu seçim bölgelerinden birinde yerleşmiş olmak, göçmen olarak gelmişse yerleşmesi üzerinden en az beş yıl geçmiş olmak şartı konmuş. Ne yazık ki doğduğum yer, bugünkü sınırlar dışında kaldı. Herhangi bir seçim bölgesinde beş yıl olsun oturup kalmış da değilim. Doğduğum yer bugünkü sınırlar dışında kalmıştır ama bunda benim ne bir eksiğim, ne de bir suçum var! Bunun nedeni, ülkemizin tamamını darmadağınık, yok etmek isteyen düşmanların amaçlarını tam gerçekleştirmekten alı konamamış olmasıdır. Eğer düşmanlar amaçlarına tam ulaşmış olsalardı, Tanrı korusun, bu tasarıya imzasını koyan siz sayın bayların memleketleri de sınır dışında kalabilirdi…”
Mustafa Kemal’in liderlik özellikleri belli ki birilerine fazla gelmişti. Yorulmadan sakin sakin yönetecekleri uyumlu vekiller istemişlerdi demek ki. Ah bu hırslar, egolar var ya egolar… Ne vatan ne millet dinliyor. Varsa yoksa koltuk!
Örneğin Celalettin Arif Bey’i hatırlattı: Celalettin Arif Bey, işgal edilen İstanbul’daki Mebuslar Meclisi’nin başkanı idi. İstanbul’daki meclis dağılıp işgal olunca Ankara’da acilen açılması kararlaştırılan Halk Meclisi’ne kendisi de davet edilmişti. Gizlice Ankara’ya gelmeyi başaran vekiller ile birlikte Ankara’ya ulaşan Celalettin Arif Bey yeni kurulan mecliste başkan yardımcısı seçilmişti. Mustafa Kemal’in Nutuk’ta aktardığı bilgilere göre İstanbul sanki işgal olmamış da Mebuslar Meclisi dağıtılmamış da kendisi de halen başkanmış gibi Meclis Başkanı Ödeneği talep etmiş yeni kurulan meclisten. Tabi ki önerisi kabul edilmemiş. Bırakın ödeneği milletvekilleri karınlarını zor doyuruyorlardı o vakitler.
Ah bu başkanlar ah bu başkanlar… Ne tatlı ne de sevimli oluyorlar. Değil mi?
Hiç yabancı gelmedi değil mi bu tarihi olaylar. Dün ne olduysa bugün de benzerleri katmerlenerek oluyor. Koltuğun tadını bir kez alanlar koltuğum da koltuğum diye beraber yol yürüdüklerine ihanet mi etmiyor! Halka rağmen halkın seçtiklerini yok mu saymıyor! Neler neler.
Hani “İnsanlar göründüğü gibi değil.” Derler ya. Derlerse ayıp ederler. İnsanlar bal gibi de göründüğü gibi işte. Sadece doğru insanlar ellerinde kanıt olmadan kimseyi suçlamak istemedikleri için görünen köye kılavuz edenlerle birlikte yürümeyi seçiyorlar. Belki ben haksız çıkarım bu sefer düşüncesiyle. Aslında o kadar iyi görüyorlar ki karşısındaki ağam paşam diye diye gemisini yürütenlerin beyazdan griye griden siyaha dönen yüzlerini… Hani erken öten horozu keserler misali biraz daha bekliyor tam olarak bardak taşana kadar. Çünkü ne söylese ne yapsa inandıramayacak. Biliyor. Tecrübeyle sabit. Bir de günah keçisi olacak haksız yere. Hah! Niye olsun ki.
İyisi mi ben sıramı bekleyeyim geçsin bakalım şu sınavları diye kafasında bir milad belirliyor o doğru insanlar. O milad gelince de ne kimse tutabiliyor doğru insanı ne de sular bardaklarda öylece dolu kalabiliyor. Damlalar taşıyor. Akıyor. Akıyor da akıyor. Tutabilene aşk olsun.
Pazar günü haberlere bakarken bunlar geçti aklımdan. Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını düşünenlerdenim. Makam, güç, mevki peşinde koşanlar, emek vermeden hak etmediği koltuklara oturanlar, mertliği tuz buz edenler gün gibi parladı. Herkesin ak yüzü kara yüzü ortaya çıktı.
İnsanlar göründüğü gibiler. Artık bundan sonra görünen köye ne kılavuz gerekir. Ne de kara yüzü görünenlere prim verilir.
Bundan sonrası artık iyilik, doğruluk, dürüstlük vakti. Doğru zamanda doğru adımı atanlar kazandı. Mertliği tuz buz edenler kaybetti. Sırasını bekleyenlerin sırası geldi. Sınavı kaybedenler tarih sahnesinden de kalplerden de silinmeye başladı.