Aslında her şey kişinin sevmesi ile başlıyor. Karşındakini önemsediğin kadar önemlisin.
Homosapien ilk avını sadece kendisi için değil önemsediği grubu için de yapmış olmalı. Belki de çözemediğimiz ilk akıllı canlı formunun mağara duvarlarına tuhaf bir kırmızı ile çizdiği hayvan ve el resimleri bir ritüeldi: “Burada gördüğünüz vahşi hayvanı işte benim babam bu elleri ile avladı. Böylece hayatta kalabildik…” Neden olmasın. Akla yatkın değil mi?
Günümüz insanını düşünelim. Ne kadarımız adanmışlık içindeyiz. Adanmış biraz fazla kaçtı galiba! E hadi şöyle diyelim o zaman. Ne kadarımız işimizi sevgiyle yapıyoruz. İnsanları hiçbir kritere takılmadan sevebiliyoruz.
Bunu başaran insanlar var. Bazı meslek grupları adeta insan sevgisi üzerine kurulu. Bunların başında öğretmenlik mesleği geliyor. Öğrencilerini koşulsuz seven ve onların topluma yararlı bir birey olarak yetişmesine katkı sunan yegâne güzel insanlar: Öğretmenlerimiz.
Hepsinin önünde saygıyla eğiliyorum.
Yeteri kadar gülümsediyseniz ve keyiflendiyseniz üzgünüm size ayrılan sürenin sonuna geldiniz. Bundan sonrası pek iç açıcı değil. Hassas duygu, çuvaldızı, iğne, taş ve bilumum rehavete düşmüşleri kendine getirme içerir.
Sözüm meclisten içeri, bugün geldiğimiz noktada öğretmenlik mesleğinin içinin gitgide boşaldığını düşünüyorum. Diğer mesleklerde yaşanan deformasyonlar maalesef öğretmenlik mesleğinde de fazlasıyla gözlemleniyor!
Diğer meslekleri bilmem ama öğretmenlik deformasyonu kaldırmaz! Boru değil bu. İnsan yetiştiriyoruz. İnsan! Aloo orda mısın öğretmenim!
Üzüntülü, neşesiz, vurdumduymaz olmaya hakkınız yok. Özel hayatında ne yaşıyorsan yaşa ama o sınıftan içeri girerken çıkar o üzerindeki sıkıntılarını giy şıkır şıkır mutlu ve insan sevgisi ile dolu öğretmenlik elbiseni! Öğrencisine tepeden bakan; yeterince okumuyorsun, başaramadın; kayıp nesil yetişiyor, canına okurum… cümleleri dillerine pelesenk olmuş öğretmenler ile doldu çevremiz. Maaşımız yetersiz, mutsuzuz, meslekte çok sorunlarımız var… Kabul. Hepsi de kabul. Bunların iyileşmesi ve düzeltilmesi için tüm toplum öğretmenlerimizin sorunlarını yüksek perdeden dile getirelim. Bu başka bir konu. Burada bahsettiğim: “yetiştirilen ve yetiştirilmekte olan öğrencilerin haklarının yendiği” dir.
Öğretmenlerin sorunlarının öğrenciler ile bir ilgisi yoktur. Onlar, öğretmen sınıftan içeri girdiğinde gözlerinin içine bakan, saygıyla ayağa kalkan, öğretmeni ne verirsen onu alacak olan Mustafa Kemal’in ülkeyi emanet ettiği gençlerdir! Geldik mi zurnanın zırt dediği yere! Eğer öğretmen sevgi verirse sevgi; aşağılanma verirse aşağılanma alacaktır doğal olarak çocuk/genç... Efendim aileler çocuklarını iyi yetiştiremiyor. Biz okulda sınırlı zamanda ne yapabiliriz… hepsi de gerçek olan bu tarz bahaneler milyonlarca. Biliyorum. Bilmez olur muyum hiç? Ama bu bizim iyiyi doğruyu uygulamamızın önünde bir engel olmamalıdır diye düşünenlerdenim. Bahanelere sığınacaksan ne işin var bu meslekte öğretmenim! Senin tek ve yegâne görevinin doğru/güzel ahlaklı insan yetiştirmek olduğunu kendine sık sık hatırlatmalısın öğretmenim. Öyle ya da böyle bu işi çözeceklerden birisi sensin. İster aileyi de işin içine katarsın. İster kendine göre bir şablon oluşturursun. Ama sonuçta bir şekilde o kayıp dediğin nesli kaybolmaktan ya kurtaracaksın. Ya kurtaracaksın… Bu görevi devlet sana veriyor. Günaydın öğretmenim!
Bütün bunlardan sebep, yazdığımı baştan bir daha yazarım. Sözlerimi geri alamam. Bulutsuz bir gökyüzü için özlem duyuyorum. Öğretmenliğin deformasyonu kaldırmayacağını avazım çıktığı kadar haykırıyorum. Öğrencilerin her birinin tek tek ilgilenilmesi gereken bir gül bahçesi olduğunun düşünülerek hareket edilmesi gerektiğini savunuyorum.
Ben gördüm. O öğrencileri gördüm. Çok hareketli. Kabına sığmayan, genellikle konuyu sulandırmaya çalışan, samimiyet ile suiistimal dengesini henüz kuramamış, yumurcak tadında, kanları deli deli akan sırada otururken her an uzaya fırlamaya hazır enerjisi gözlerinden, ellerinden, dudaklarından fışkıran dolu dizgin gençler gördüm. Yaramazlar mı? Değiller. Sadece pasif öğrenmeden sıkılıyorlar. Algıları kıt mı? Değil. Yıllardır tahtaya bakmaktan ve not almaktan sıkılmışlar sadece. Terbiyesizler mi? Değiller. Sosyal medyadan, televizyondan, belki de ailelerinden etkilenmiş neden öyle cümleler söylediklerinin araştırılması gereken henüz yetişkin olmamış, eğip bükmek için geç kalınmamış, hala yaş olan, acilen doğru eğitimin verilmesi gereken gençler gördüm ben. Çuvaldızı en kalınından battı benim yüreğime. Bilmiyorum siz de bir yerlerinizde acı hissettiniz mi? Unutmayalım ki: “Toplum nasıl olursa, o toplumun çocukları, gençleri de öyle olacaktır.” Şikâyet edip ötekileştireceğimize onların her birini doğru yetişmesi için elimizi taşın altına koymalıyız.
Umarım öğretmenler içine düştükleri bu rehavetten kurtulur. Bütün kıyafetlerinden soyunur sınıflarına sadece ve sadece öğretmenlik elbiselerini giyerek girerler.
Günümüzden yüzlerce yıl önce yazılmış, içinde insan yetiştirmeye güzel atıfları olan eski bir tapınak yazıtı ile bugünlük siz değerli okuyucularıma veda ediyorum.
Özveri ile mesleğini icra eden tüm öğretmenlerimize selam olsun. Sağlıcakla ama en çok da sevgiyle kalın…
“Gürültü patırtının ortasında sükunetle dolaş, sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma…
Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe, herkesle dost olmaya çalış. Sana bir kötülük yapıldığında, verebileceğin en iyi karşılık, unutmak olsun. Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma.
İçten ol; telaşsız, kısa ve acık seçik konuş.
Başkalarına da kulak ver, aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları, çünkü dünyada herkesin bir öyküsü vardır.
Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış.
İsinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen, hayatta dayanağın o dur. Seveceğin bir is seçersen, yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın. İşini öyle sev ki; başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken, verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.
Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma. Çevrene önerilerde bulun, ama hükmetme.
İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz. Ve unutma ki, insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki, tek bir kum taneciğinden fazla değildir.
Aşka burun kıvırma sakın, o çöl ortasında yemyeşil bir bahçedir.
O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için, her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.
Kaybetmeyi, ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır.
Bu dünyada bırakacağın en büyük miras, dürüstlüktür.
Yılların geçmesine öfkelenme, gençliğe yakışan şeyleri, gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin, yapabileceklerini engellemesine izin verme. Rüzgârın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgâra göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getirmediğinle ilgilenir.
Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkansızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendinle barış içinde ol. Hatırlar mısın doğduğun zamanları? Sen ağlarken herkes sevinçle gülümsüyordu. Öyle bir ömür geçir ki; herkes ağlasın sen öldüğünde, sen mutlulukla gülümse.
Sabırlı, sevecen, erdemli ol. Eninde sonunda bütün servetin sensin. Görmeye çalış ki; bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanlığın biricik güzel mekanıdır.
XSENTIUS – M.Ö. 1X Yüzyıl”