Aile İçi Şiddet
Bu konunun sadece ülkemiz için değil, tüm dünyada önemli olduğuna ve farkındalıkla sağlıklı şekilde mücadele edebileceğimize inanıyorum. Aile içi şiddet sebebiyle canı yanmamış insan olmadığını düşünüyorum. Pek çok insan hem yaptıklarının hem de maruz kaldıklarının şiddet olduğunun farkında değil.
Nefsi müdafaa hakkının, tüm insanlar için ortak ve meşru bir hak olduğunu; dinî öğretilerle ve ülkelerin hukuk sistemleriyle de güvence altına alındığını hatırlatmak istiyorum. Bu hakkı kullanmanın şiddet olarak görülmediği toplumlarla buluşmak dileğiyle yazıyorum...
Aile içi şiddetin var olmasının temel sebebi; "Aile dışına çıkarsan daha fazla şiddete ve bilinmeyene maruz kalabilirsin. Bu durum, şu an yaşadığın zorluklardan daha zor olabilir." düşüncesidir. Bu sebeple, aile kendi içindeki dengeyi koruyabilmek için gerekirse şiddete başvurabilir.
Her aile, farklı dengeler üzerine kurulmuş olabilir ve her aile aynı olaylara farklı tepkiler gösterebilir. “Aile İçi Şiddet” hikâyesi; korku duygusunu yönetmenin zorluklarını ve bu duygunun etkilerini incelemektedir.
Bu girişten sonra çayınızı/kahvenizi alın ve gerçek olaylardan alınmış hikâyemi okuyabilirsiniz. Hikâyede geçen kişilerin kimlikleri gizli tutulacak şekilde, rızaları alınarak yazılmıştır.
11 senedir ailesiyle görüşmeyen bir evladın ağzından, ona ulaşan ailesiyle olan diyalogu…
Mayıs 2020
Baba;
Hep bayramlarda olur da ararsın, bir mesaj atarsın diye on bir yıldır yolunu gözlüyoruz. "Belki bu bayram arar" diye her seferinde bir umut taşıyoruz. Ama bugüne kadar bu beklenti hep boşa çıktı. Beni defalarca hayal kırıklığına uğratmana rağmen, arkandan hiçbir zaman kötü söz söylemedim. Beddua etmedim. Hep seni bekledim.
Maddi durumum çok iyi. Ciddi bir birikimim var. Son model arabamla geziyorum. Üçüncü evimi de aldım ve kiraya verdim. Senden hiçbir beklentim yok. Sadece senden bir haber alıp, öteki dünyaya öyle gitmek istiyorum.
Çok mu şey istiyorum acaba?
Evladın cevabı;
Sanırım kendimi tam olarak anlatamamıştım. Şimdi tane tane anlatmaya çalışacağım:
1) Nerede olduğumu ve ne yaptığımı bilmenizi istemediğim için sizinle iletişim kurmuyorum. Başkaları üzerinden de bana ulaşmaya çalışmayın.
2) Paranı, arabanı, malını evladından daha kıymetli gören bir babaydın. Şimdi benden daha değerli gördüğün malın sana evlatlık yapsın. Ömrünün sonuna geldiğin için kendi kafanda "öbür tarafa borçsuz gitmeye çalışıyorsun". Ama bana yaşattıklarınızı hiçbir şekilde makul göremiyorum.
3) Sana, eşine ve diğer oğullarına karşı derin bir öfke ve nefret taşıyorum. Sen baba olabilecek bir adam değildin. Eşin de anne olabilecek bir kadın değildi. Neyinize güvenip anne-baba olduğunuzu anlamakta zorlanıyorum. Birbirini sevmeyen, cahil, yobaz insanlarsınız. Oğullarınız da aynı şekilde: vasıfsız, cahil, kıskanç ve kötü niyetli.
4) Eğer bir gün karşıma çıkarlarsa ve yanlarında eşleri ya da kız arkadaşları olursa, onların gözleri önünde önce o eşlerine hakaret ederim. Belki o zaman bana yaptıkları saygısızlığı anlarlar. Kardeşlerine destek olmayı bile bilmeyen bu kıskanç, fesat insanlar için tek bir iyi sözüm yok.
5) Evladına sahip çıkamayan bir erkek baba olamaz. O erkeğin kurduğu ailede mahvolur. Umarım yetmiş yaşından sonra bunu anlamışsındır.
Erkek dediğin ailesini bir arada tutar. Ben öyle babalar gördüm ki, evladı üniversite kazandı diye onunla gururlanıp, gerekirse ceketini satıp her şeyini evladı için ortaya koyan...
Ben kendi çabamla başardığım her şeyle gurur duyuyorum. Bundan sonrası için daha da fazlasını başaracağım.
Sen, benim başarılarımı bir suç gibi görüp bana zulmettin. Kendi kibrinden dolayı kendini haklı sandın, beni yalnız bıraktın. Zor zamanlarımda arkamda duracak bir ailem yoktu; bir de beni aşağı çeken bir yük oldunuz.
"Benim evladım beni geçemez… önce benim mutluluğum önemli." diyordun. Sen güya baba olup büyüklük göstereceğine, benim sana büyüklük yapmamı bekledin.
Şunu bil; Ana-babanın evladı üzerinde hakkı olduğu gibi, evladın da ana-baba üzerinde hakkı vardır. Hiçbir anne-baba, evladının yapamayacağı şeyleri ondan istememeli; isteyip de evladını itaatsizliğe sürüklememelidir.
Merhamet etmeyen, merhamet bulamaz. Evladına sevgi, şefkat ve merhamet göstermeyen bir aile, o evladın hakkını gasp etmiştir. Kul hakkına girmiştir.
Sana bunları kendi annen, baban, kardeşlerin öğretmeliydi...
Evladını İstanbul Teknik Üniversitesi – Makine Mühendisliği'ni kazandı diye reddeden, dünya üzerinde senden başka bir baba görmedim.
Ama ailesine sahip çıkan, evlatlarının arkasında dağ gibi duran, onlara güvenen, gurur duyan ve her şeyini onların iyiliği için feda eden birçok baba gördüm.
Öyle babaların yanında her zaman olmaya çalışan evlatlar gördüm. Kayınpederim hastalandığında, elimden gelen her şeyi yaptım. Vefat ettiğinde, onu kendi ellerimle yıkadım ve toprağa gömdüm.
Bunu, sadece eşimin babası olduğu için değil; beni tanıdığı ilk günden itibaren bana destek olduğu, beni sevdiği, bana kıymet verdiği için yaptım. O yüzden bunu onurla yaptım. Kayınvalidem, eşim ve kardeşim de benim gömmemi istedikleri için gururla yerine getirdim.
Ama sen hâlâ bana beddua mı edeceksin? Hâlâ Allah’la mı korkutacaksın beni?
Siz bana mafya gibi çökmüştünüz. Bana neyi layık gördüyseniz, sorgusuz sualsiz kabul etmemi bekliyordunuz. Bunu da kendinizde doğal bir hak olarak görüyordunuz.
Ben kendi hayallerimin peşinden gitmek istediğimde, beni cezalandırır gibi yalnız bıraktınız.
"Beni geçemezsin" dediniz. "Sen üniversite okumasaydın benim bir evim daha olurdu” dedin. "Sana para gönderiyorsam istediğim için değil, ilerde 'babam geleceğimle oynadı' demeyesin diye gönderiyorum" dedin. Bunları da sanki marifetmiş gibi yüzüme söylediniz.
Evladının arkasında duracağına, karşısında durmayı tercih ettin. İşte bu yüzden, başardığım hiçbir şeyi size göstermiyorum. Bilmenizi de istemiyorum.
Senin hayat görüşün, öfken, akılsız hallerin, kendini üstün görmen bana hiçbir zaman uymadı. Sen iletişim kuramayan, öfkeyle baskı kurup karşındakini susturmaya çalışan, vasıfsız, kendine güveni olmayan, korkak ve seviyesiz bir insansın.
Kendi aileni darmadağın ettin.
Ben de kendi yolumu yalnız çizmeye karar verdim.
Sen de kendi hayatını yaşamaya devam et.
Bu söylediklerimi eşine ve diğer evlatlarına da aynen aktarabilirsin.
Babanın cevabı;
Seninle konuştuğumdan kimsenin haberi yok. Söylemem de...
Param var diye senle konuşmak istedim; ola ki benden yardım almak için bana yaklaşıyorsun sanma diye... Son yıllarım hariç, evimde bir saat dahi mutluluk yüzü görmedim. Annen maddi yardım da yapmıyordu; maaşını istediği gibi harcıyordu.
Kendi anneme, kardeşlerine ve sana para göndereceğim diye kendimi hep maddi sıkıntı içinde hissettim.
İş hayatımda da siyasi sıkıntılar yaşıyordum, baskı altındaydım. Sırf sana para gönderebileyim diye emekliliğimi erteledim. Mezun olduğun gün emeklilik dilekçemi verdim. Hürriyetime kavuştum. Kendimi özgür hissettim.
Annenin ve ailesinin bana yaşattığı zulüm psikolojimi bozdu. Onlar öldükten sonra evime huzur geldi.
Abinle ne yaşadığını bilmem. Ancak benim sana olan düşkünlüğüm ve senin küçükken başarılı olman, abinin seni kıskanmasına neden oldu, bunu hissettim. Ama baba olarak elimden bir şey gelmedi.
Kendi ailem bizim eve geldiklerinde size hissettirmemeye çalışsam da eşimle sürekli kavga ediyordum. O zaman kendi kendime yemin ettim: Çocuklarım evlendiklerinde, ben onların evine asla girmeyeceğim.
Eşimle yaşadıklarım beni bu kararı almaya itti.
Sen sağlıklı ol, mutlu ol, bana yeter.
Ailene, atana karşı tuttuğun yol doğru değil. İleride anne baba olursan daha iyi anlayacaksın.
Atasını inkâr edenin mutluluğu daim olamaz. Bu sözümü asla unutma.
Bunalımlı yıllarında eşin sana bir kurtarıcı oldu, bunu gördüm. Sağlığına kavuştun. Sizi kendi halinize bırakmayı uygun gördüm ve kabullendim. Doğru karar vermişim ki bugün başarılı bir iş adamı, mühendis oldun.
Başarıların beni ancak mutlu eder.
Benim en büyük şanssızlığım, kendi kültürümden biriyle evlenememekti.
Hatırlarsanız size bir vasiyetim olmuştu:
“Asla annenin soyundan biriyle evlenmeyin.”
Annenin kız kardeşi, evlenemediği için evlenen kardeşlerini sürekli kıskandı. Bu kıskançlık benim yuvamı mahvetti.
Annenin ve benim sülalemle tüm ilişiğini kestin. Hâlâ ne istiyorsun? Benim suçum; seni maddi olarak desteklemek ve okutmak mı?
Seni İstanbul'dayken yalnız bıraktık, doğru. Ama bu, sana değer vermediğimizin göstergesi olamaz. Kendi sorunlarımla uğraşmaktan fırsat bulamadım. Tek kusurum bu olsun…
Babanı, anneni görmek istemiyorsan da kötülüğümüzü isteme.
İyi evlatlık yapmıyorsan bile, annenle babanı hayırla an ki huzurlu ve mutlu olasın.
Sadece bir baba olarak, zaman zaman beni aramanı istememi çok görmeye hakkın yok.
Takdir senin...
Evladın cevabı;
Söylediklerinle şunu diyorsun: “Yaşadığım zorluklara dayanamadım, psikolojik sorunlarım vardı ve bu sebeple sana ve aileme zulmetmeyi uygun gördüm.”
Sen evlendiğinde, eşini sevmen ve ona sahip çıkmak için varsın. Eşinle evlendiğinde onun sana özel bir düşmanlığı yoktu. Sen ona fiziksel ve mental şiddet uyguladıkça, o da bu durumu yönetemedi ve ailesine sığındı. O ailesine koştukça, ailesi sana düşman oldu. Aile içinde birliği sen sağlayamadın.
Sen erkek olarak önce sahip çıkacaktın; eşini ve ilişkini yüceltecektin. Sonra gör bakalım, eşin ve ailesi sana misliyle fazlasını nasıl verirdi...
Ama sen böyle davrandıkça eşin de maaşını senden sakındı. Çünkü sen, eşini tapulu malın sandın.
Siz bu sağlıksız aile içi ilişkilerinize rağmen üç çocuk dünyaya getirdiniz. Tam anlamıyla bir "kör cahil" durumu.
Konunun annemin soyundan biriyle evlenmenle bir ilgisi yok. Mesele şu ki: Sen, eşini sevmekten ve yüceltmekten aciz biriydin.
Annemin ailesinin seni değil de diğer damatları sevme sebepleri, onların eşlerine ve eşlerinin ailelerine değer vermeye çalışmalarıydı. Ama sen bütün öfkenle, bir fedai gibi sadece paranı korumaya çalışıp herkese saldırıyordun. Yönetemedin.
Ben kendimi ve ailemi korumak için gerekirse zarar veririm. Onlara dil uzatanın dilini, el uzatanın elini keserim. Bu yüzden, senin diğer oğlunun eşime yaptığı saygısızlığı asla unutmam ve karşılaşırsam gerekeni yaparım.
Ben küçükken de kendi annemin, babamın, abilerimin nasıl insanlar olduklarının farkındaydım. Ancak küçüktüm ve farkında olmama rağmen bunu kabullenmek istemiyordum. Çünkü insan ailesini ne olursa olsun yine de sevmek istiyor…
“Baba olunca anlarsın” diyorsun. Bu konunun baba olmakla bir ilgisi yok. Senin zaten baba olmaman, eşinin de anne olmaması gerekiyordu.
Senin ve ailenin sorunlarını senden başkası çözemez. Kaç yaşına gelmişsin hâlâ “Kayınvalidem, kayınpederim, baldızım evliliğimi mahvetti… Öldükleri için evime huzur geldi ” diyorsun. Hep başkaları suçlu, hep başkaları hatalı... Sen sorumluluk almadın.
Sen eşine destek olacağına, onu sürekli ezip ailesiyle arada bıraktın. Onun da şansı maalesef sana denk gelmek oldu.
Erkek adam “Benim işlerimi kadınlar bozdu” demez. Erkek, sevdiği kadına ve ailesine sahip çıkar, onları yüceltir. Kadın da her şeyiyle erkeğine sahip çıkar ve erkeği büyütür.
Sana hala bana "çocuğun olunca anlarsın" diyorsun…
Benim kızım eşinden şiddet görüp ağlayarak yanıma gelse, ben o damadı parçalarım. “Sen benim kızımı sahipsiz mi sandın?” derim. Kızımın ondan ayrılması için gereken desteği veririm. O damat beni gördüğü an korkar.
Rahmetli dedem, sen beni reddedip ortada bıraktığında cebinde üç kuruş parasıyla bana sahip çıktı. Sen ne anlatıyorsun bana?
Beni daha çok sevip, benden sekiz -on yaş büyük adamları bana düşman ettin. Dengeyi kuramadın. Bana saldırmalarının sebebi sana olan öfkeleriydi. Azmettirdin ve senin oğlun durumu yönetemeyip bana saldırdı, ben de ağzının payını verdim. Yine olsa yine yaparım. Bu kez daha büyüğünü yaparım.
Senin eşin, sana öfkelendiği zaman küçükken beni dövüyordu. Sizler beni kendi içinizde bir şamar oğlanı zannediyordunuz. Ben de tek kaldım ve gerekeni yaptım. Ben küçükken bile ezilmedim.
Ve bu hastalıklı aile ortamından çıkıp İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği’ni kazandım. Sonrasında birçok başarım oldu. Sen benimle gurur duyup destek olacağına, bir de beni evlatlıktan reddedip “Bir gün işsiz kalırsan ben sana göstereceğim…” diyordun.
Bana para gönderebilmek için emekli olduğun da yalan. Senin maddi zorluğun hiçbir zaman olmadı. Sözde zor durumda olduğunu söylediğin dönemde bile ev – araba alıyordun. Para konusunda senin hayatın tamamen yalan.
Şimdi de kalkmış hâlâ “Param var diye seninle konuşabiliyorum” diyorsun. Hâlâ konuştukça batıyorsun. Sen hep böyleydin ve senden başka bir şey beklemiyorum.
Kendince, giderayak kendini aklamaya çalışıyorsun. Boşuna demiyorum, yazdıklarımı aynen oğullarına ve eşine de ilet. Hatta istediğin herkese ilet. Çünkü onların sana söyleyemediklerini ben sana tane tane söylüyorum.
“Benim suçum sana maddi destek olup seni okutmak mı?” diyorsun. Bunları bile yapamayacaksan ne diye çocuk dünyaya getiriyorsun? Neyine güveniyorsun? Bunları yapınca baba mı olunuyor?
Boşuna demiyorum: Senin hiç baba olmaman lazımdı. Eşinin de hiç anne olmaması lazımdı. Ama bir cahilliktir yapmışsınız. Sizin cehaletinizin cezasını ben defalarca çektim.
Çocuk sahibi olmak ve büyütmek sadece maddi imkânla mı oluyor sanıyorsun?
Dediğim gibi: Şimdi o paran, malın sana evlatlık yapsın.
Senin laf ettiğin rahmetli dedem, köyde çiftçilik yapıp üç çocuğunu okutmuş. Sen ise güya iki üniversite mezunu, pedagoji eğitimi almış halinle benim gibi bir evladı bile kaybettin. Diğer oğullarının da durumu ortada.
Rahmetli dedem, benimle gurur duyardı. “Ben çiftçiyim okuyamadım, torunum İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği’ni kazandı” derdi. Bunları derken karşımda ağlamışlığı vardır…
Sen ise beni reddedip kimsesiz gibi ortada bıraktın.
Ben hem okudum hem çalıştım.
Eğitimim için Amerika’ya gideceğim zaman bana söz verdiğin parayı göndermeyip son dakika beni yine ortada bıraktın.
Bana para göndereceğin zaman sanki düşmanına borç veriyordun.
Mezun olmadan önce dünyanın en büyük şirketlerinden birinden kabul aldım, sen ise beni tebrik etmeye tenezzül bile etmedin.
Trafik kazası geçirdim, elimi kaybediyordum. Sigortadan paranı alacak olmana rağmen, sen üç gün sonra annenin ev kirasını benden istedin.
Benimle gurur duyacağınıza, tam tersine beni kıskanıyor ve elimdekilere göz dikiyordunuz. Sana yakışanı yapıyordun: “Benim oğlum beni geçemez” diyordun. Bunun için de elinden geleni yapıyordun.
Mezun oldum, sizi çağırmadım. Evlendim, sizi çağırmadım. Askere gittim geldim, yine sizi çağırmadım. Hayatımda birçok güzel şey ve başarı oldu, size haber vermedim.
On küsur senedir sizi görmüyorum ve çok daha mutluyum.
Ben sizi neden hayatıma sokmuyorum zannediyorsunuz? Ben sizinle hayatımı paylaşır mıyım?
Beni tanıyanlar bazen “Ailen ne güzel insan yetiştirmiş” diyorlar. Ben de onlara şöyle diyorum:“Benim gelişimimi ailem yapmadı. Kendim yaptım. Aileme kalsaydı, bencil, paragöz, haset, sevmeyi bilmeyen, paylaşmayı bilmeyen biri olurdum. O zaman emin olun siz de beni sevmezdiniz.”
Benim söylediklerim hikâye değil. Hepsi gerçek.
Ben sana “sadaka-i cariye” bile bırakmıyorum.
“İyi bir evlatlık yapmıyorsan da annenle babanı hayırla an ki huzurlu ve mutlu olasın” diyorsun… Sen kendini böyle kandırmaya devam edebilirsin. Ne duan ne bedduan bana işler. Siz hayatımda yokken her şey daha yolunda gidiyor.
Eğer hayatımda olsaydınız, şimdiye kadar başardıklarımın yarısını bile yapamazdım.
Siz benim hayatımda yoksunuz diye özgürüm ve başarılıyım.
Ve emin ol ki öteki tarafta sana ilk beni soracaklar: “Evladın sana hakkını helal etti mi?”
Bu dediğimi, bu yazdıklarımla beraber istediğin bir İslam âlimine sorabilirsin.
“Ailenin evlat üzerinde hakkı olduğu gibi, evladın da ailesi üzerinde hakkı vardır.”
Siz evladınıza çökmeyi hak zannettiniz.
Rahmetli kayınpederime de zamanında ulaşmaya çalışmışsın. Ancak onların bana olan güveni, benim onlara olan davranışlarımla şekillendi. Ben, bana güvenen insanları incitmemek ve onlara değer katabilmek için elimden geleni yapmaya çalışıyorum.
Tıpkı rahmetli dedemin, senin dışındaki diğer damatlarına güvendiği gibi...
Benim öz babam, kendi psikolojik sorunları sebebiyle bana ve ailemize zulmetti.
Benim öz annem, eşiyle yaşadığı sorunları çözemediği için öfkesini bana yöneltti, bana zulmetti.
Benim öz abilerim, anne ve babalarından bekledikleri desteği bulamayınca öfkelendiler, beni kıskandılar ve kendilerini geliştiremedikleri için defalarca bana saygısızlık yaptılar.
Konu bu kadar.
Ben hiçbir zaman öz ailemi, babamı, annemi ya da abilerimi, birer gurur kaynağı ya da idol olarak anlatmadım. Eğitimli veya maddi olarak güçlü olabilirler; fakat karakter olarak kalitesiz, seviyesiz ve cahildirler.
Buna karşın, beni gerçekten tanıyan herkes, beni bir idol olarak görür. Çünkü hayat hikâyemi dinleyen herkes, yaşadığı zorluklara rağmen nasıl mücadele edilmesi gerektiğini, nasıl ayakta kalınabileceğini bende görebiliyor.
Şimdiye kadar ne yazık ki aile içi şiddete maruz kalıp sonrasında hayattan kopan, içine kapanan, çıkış yolu bulamayıp bunalıma giren birçok insan tanıdım. Türkiye’de aile içi şiddet nedeniyle hayata küsen milyonlarca insan var...
Tüm bunlara rağmen sen hâlâ bana “Annenle babanı hayırla an ki huzurlu ve mutlu olasın...” diyorsun.
Sizi zamanında Allah ve din kisvesi altında öyle bir korkutmuşlar ki, sen de zannediyorsun ki “Ben de çocuklarımı Allah ve din ile korkutursam, benim istediklerimi yaparlar.”
Ancak farkında bile olmadan hem Allah’a karşı geliyorsun hem de din istismarı yapıyorsun. Boşuna sana “cahil” demiyorum.
Sana tüm bunları kalan ömründe bir şeyleri anlayabilmen için söylüyorum. Çünkü bunları sana çevrendeki kimse anlatmaz, anlatamaz.
Her ne olursa olsun, siz benim ailem olarak kalacaksınız. Bu gerçek değişmeyecek.
Ancak size nasıl davranacağım ve nasıl iletişim kuracağım tamamen benim takdirimdir.
Sana en başta söylediklerimi anlamadığını, verdiğin cevaplardan açıkça gördüm. Bu nedenle bundan sonra söyleyeceklerim, senin cevaplarına bağlı olacak.
Babanın cevabı;
Ailemde ve iş hayatımdaki sıkıntıların, beni olumsuz etkilediği doğrudur. Annenle olan kavgalarımdan olumsuz etkilendiğini kabul ederim. Sana bir tek gün ne kötü bir söz söyledim ne de bir tokat attım.
Hiç kimse evlendiğinde, sonu kötü olsun diye evlenmez. Ben evlendiğimde, annem ve babamla birlikte otururuz diye düşündüm. Babam, tüm imkânsızlıklara rağmen üç kardeşimizi okutmuştu. Ben de ona olan minnet borcumu ödemek için birlikte oturmak istedim. Eşimle konuştuğumda bu fikrime anlayış gösterdiğini düşünmüştüm. Oysa birlikte oturmanın ne denli zor olacağını anlayamamıştım.
Evliliğimizin daha ilk ayında huzursuzluklar baş göstermeye başladı. Annen, benden bir yıl önce mezun olduğu için ataması yapılmış bir öğretmendi. Ben de "bir aya kalmaz tayinim çıkar" diye düşünürken, 1980 İhtilali oldu. Atamam tam iki yıl boyunca yapılmadı. Evliydim, maaşım yoktu, bir mobilya dükkânında karın tokluğuna çalışıyordum. Ayrılıp ev tutacak durumumuz yoktu.
Şubat 1982 tarihinde atamam nihayet yapıldı. Büyük abin doğmuştu, henüz bir yaşındaydı. Mecburen annemlere yakın bir ev bulduk, babamların evinden ayrıldık. Okula dolmuş parası vermeyeyim diye yaya gidiyordum. Geriye kalan tek maaşımızla Ankara’da geçinmeye çalışıyorduk. 1985 yılına kadar bu imkânsızlıklar içinde Ankara’da yaşadık. Aile içindeki maddi sıkıntılar ve annenin ailemi kabullenememesi huzursuzluğumuzu daha da artırdı.
"Ankara’dan uzaklaşırsak düzeliriz" ümidiyle Hatay’a tayin istedim. Gittik. Lojmanda oturuyorduk, masrafımız yok denecek kadar azdı. Huzurumuz yeniden yerine gelmişti. Kış aylarında annemle babam sobalı dairede oturuyorlardı. "Hiç değilse birkaç ay gelip yanımda kalsınlar" dedim. Geldiler ama bizim huzursuzluğumuz yeniden ortaya çıktı. Geldiklerine bin pişman olarak geri döndüler.
Evliliğimizin üzerinden sekiz yıl geçmişti. İkimiz de bir çocuğumuz daha olsun istedik. Hatta birlikte doktordan da yardım aldık. Maddi durumumuz da yeni bir çocuğa müsaitti ve sen dünyaya geldin. Okul hayatında başarılıydın, sınıfının yıldızıydın. Abilerinde göremediğim başarıyı sende gördüm.
Abin, ta o dönemden itibaren seni kıskandı. Çünkü elimde olmadan sana daha fazla ilgi gösteriyordum. Bu durumu yapmamam gerektiğini çok sonra anladım. O, okul hayatında istenilen başarıyı gösterememişti. İşçi olarak fabrikalarda çalıştı. Bu tecrübeyle sana hep daha dikkatli yaklaşmaya çalıştım. Ve sen gerçekten de çok başarılı bir öğrenci oldun. Sana hiçbir zaman kötü bir söz söylemedim. Bir fiske dahi vurmadım.
Şimdi sen bana "zulmettin" diyorsun. Ben ise sadece seni, inanmadığın Allah’a havale ediyorum. Belki sevgimi açıkça dile getiremedim; çünkü ben ailemden böyle görmüştüm. Bizde çocuk şımartılmazdı. Benim tek suçum, diğer oğullarımın etkileneceğini düşünmeden sana aşırı değer vermekti. Elimde olmadan hata yapmışım.
Diğer oğullarım bana "Baba, geçmiş geçmişte kalmıştır" diyerek olgunluk gösterdi. Ama sen, sürekli babana ve annene hakaret ettin. "Bunalımdasın" diye hep sustum, yutkundum. Bize söylenmeyecek, ağza alınmayacak sözler söyledin. Ne kadar kötü olsam da, mühendis olmana vesile olan annen seni doğurdu, maddi yükünü de birlikte karşıladık. İkimize de borçlusun.
Peki sen ne yaptın? Mezun oldun, işin bitti. Bizden bir beklentin kalmayınca, adeta bizi kapının önüne koydun. Bu yanlış tutumunu sineye çektim. "Emekli ikramiyeni bana ver, ev alayım" dedin. Ben de "Benim tek oğlum sen değilsin. Seni okuttum, bugünkü değerle yüz bin dolar gönderdim. Abinler ise liseden sonra kendi çalıştı, benden doğru dürüst yardım almadı" dedim. Kaldı ki ben yeni ev alacaktım ve aldım. Bu sebeple sana para veremedim.
Bana kızdın. Aldığım evi bile görmeye gelmedin. Arabamı sana bıraktım. Arsamı satmak için şehir dışına gittim. Arabamı çarptın, hurdaya çevirdin. Sana telefon ettim. Önce "üzülme, önemli değil" dedim. "Allah seni bağışlamış" dedim. "Alkollü de değilmişsin, araba kaskolu, parasını alırız" dedim. "Kazayı yaparken alkollü müydün?" diye sordum diye bana tepki gösterdin.
Kaza yapan birine "Alkollü müydün?" diye kim sormaz? Bunun neresi suç? Şehir dışından döndüğümde evi terk etmiş gitmişsin. O gidişinle bir daha seni göremedim. Arabanın çarpılması yüzünden beni suçladın. Ben orada bile değildim. Abilerinle ne yaşamışsan bilmem ama suçlu ben oldum.
Sıfır arabamı kullanırken ben kötü baba değildim de kaza sonrası mı kötü baba oldum? Abine kızdın, suçlu beni ilan ettin. Bunun neresi mantıklı?
Arabamı çarptığın zaman en az yüz bin lira eden arabam için, kaskodan yetmiş beş bin lira aldım. Bugüne kadar bu konuyu hiç gündeme getirdim mi? Hakaretlerinden iğrendiğim için dile getiriyorum.
Bir evlat öz babasına nasıl hakaret eder? Arabanın kaskodan gelen parasını da eve yatırdım, yeni ev aldım.
Evlatlarımızın asıl görevi, ataları yardıma muhtaç olduklarında onların yardımına koşmaktır. Bana kin duyduğun aklımın ucundan geçmiyordu. Sıkıntılarımda, maddi ve manevi olarak yanımda oldun mu? Hayır.
Bir gün duydum, askere gitmişsin. Askerlik şubesinden, nerede askerlik yaptığını utanarak öğrendim. Şubedeki subay, "Bu nasıl baba-evlat ilişkisi?" diyerek alaycı tavırlar sergiledi. Bana bu zulmü etmeye bir evladın hakkı olmadığını düşünüyorum.
Askerdeyken sana mesaj attım: “Bana IBAN numaranı gönder, para göndereyim.” Bana cevap vermedin.
Şehir dışındaki evi kiraya verdim. Kısa sürede maddi olarak kendimi toparladım. Tanıdığım bir polis arkadaşım vasıtasıyla, rahmetli kayınpederine ulaşmak istediğim doğrudur. Telefonunu istedim. “Bende değil, yarın vereyim,” dedi. Tahminimce kayınpederinle görüştü. O da “Telefonumu verme,” dedi. Ertesi gün, “Telefonunu bulamadım,” dedi. Sadece şunu söyleyecektim: “Sen nasıl babasın ki, bu çocuğa ‘Senin ailen yok mu?’ diye sormadan kızını veriyorsun? Bir de beni dinle..."
Kısmet olmadı. Seni buldular tabii ki, buldumcuk oldular. Yakışıklı, iyi bir fakülteden mezun... Kim böyle damadın üzerine atlamaz ki?
Senin makine mühendisliği tahsili yapmak istemene karşı çıkmamdan ziyade, İstanbul’da okumana karşı çıktım. Birinci sebebim; seni gözümden sakındığım içindi. İstanbul’da öğrenci olayları çok oluyor, başına bir iş gelir diye korktum.
İkinci sebebim; boylu poslu, yakışıklı bir gençtin. İstanbul’da seni harcarlar diye korktum.
Korkuların senin ruh sağlığını bozdu, suçu benim üzerime attın.
Nitekim korktuğum da oldu. Sana zulmeden bir babayla bunları konuşabilir miydin? Hep ahımı alıyorsun. “Allah seni ıslah etsin,” demekten başka elimden bir şey gelmiyor.
Diğer damatları örnek aile olarak gösteriyorsun. İkisi de aynı soydan, kültür farklılığı yok. Buna rağmen ciddi sorunlar yaşadıklarını yeni öğreniyorum. Kaldı ki, anneannen öldükten sonra kardeşler arasında mal kavgası çıktı. Küçük kardeşi tamamen dışladılar.
Sen İstanbul’a giderken inançlı biriydin. Ateist oldun. Korktuğum başıma geldi. Kendini kurtardın, anneni ve babanı mahvettin. Seni inanmadığın Allah’a havale ediyorum. Sen iyi ol, biz önemli değiliz.
Zaman her şeyin ilacıdır. Baba ne kadar kötü olursa olsun, evladın ona hakaret etmeye kanun karşısında da Allah katında da hakkı yoktur. Bundan sonra asla seninle konuşmayacağım.
Baba, evladından saygılı söz duymak ister. Yazdıkların beni tamamıyla hüsrana uğrattı. Şeref ve haysiyetin varsa, ben öldükten sonra mirasımdan da talepte bulunmazsın. Vasiyetimde de bunu belirttim.
Benim için sen artık tamamen yoksun. Ben alttan aldıkça terbiye sınırlarını iyice aştın. Benim sana hiç ihtiyacım yok. Senin de babana ihtiyacın yok. Paran var, sosyal çevren var. Bunlar seni ukala ve saygısız yapmaya yetmemeliydi. Bil ki oğlum, insanlar makam ve mevki aldıkça mütevazı olmalıdırlar. Hele atasıyla bu üslupta asla konuşmamalıdırlar.
Başarılarınla iç güveyi olarak girdiğin aileyi yüceltmekle övünüyorsun, babana ve annene hakaretler savuruyorsun. Sen şimdi adam mı oldun?
Şunu bil ki, hakaretlerinle içimde, kalbimde sana olan sevgi kırıntılarını tamamen yok ettin.
Allah seni ıslah etsin.
Evladın cevabı;
Yıllarca bana ulaşmaya çalıştınız ve cevap verdim. Şimdi sıra bende. Öyle, bana hakaret edip sonra da çekip gitmek yok!
Benim Allah inancıma sen karışamazsın. Senin gözünde ben "ateist" olabilirim, ama bu doğru değil. Sen de benim gözümde “baba” unvanınla zulmetmeyi ve paragöz olmayı, Allah’a inancın içerisinde makul zanneden bir günahkârsın. Ben de seni Allah’a havale ediyorum.
Benim senden alacaklarım henüz bitmedi. Öbür dünyada en doğrusunu elbette Allah bilir ve kararı da o verir. Ancak bu dünyada, ben nefes aldığım sürece hiç kimse bana ve aileme hakaret edemez.
“Seni buldular tabii, buldumcuk oldular. Senin gibi damadı kim istemez…” diyerek, kendince beni övüyor gibi görünsen de aslında içten içe “Ucuza gittin, yanlış yaptın” demeye çalışıyorsun. Bu açık bir hakarettir.
Ben seni de eşini de oğullarını da bilirim. Ciğerinizi bilirim.
Elinden gelse şu an beni mirasından mahrum bırakacağını biliyorum. Zaten sen beni 18 yaşımdayken, sırf istediğim üniversiteyi kazandım diye reddetmedin mi? Kendince sürekli “reddederek” beni yola getirmeye çalışıyorsun. Sana hakaret ettiğimi düşünüyorsan dava açabilirsin. Aynı şekilde ben de bana ve aileme yaptığın hakaretlerden dolayı dava açabilirim.
Zamanında diğer oğlunun eşime yaptığı saygısızlığı unutmadım. Şimdi sen de aynı şekilde aileme hakaret ettin. Belki bunlar senin için sıradan konuşmalar olabilir, ama benim için asla değil.
Rahmetli kayınpederim seninle muhatap bile olmadı, çünkü beni ezip geçmedi. Sizinle konuşmayan bendim. Senin derdin varsa benimle. Başkalarıyla değil. Onlara ulaşmaya çalışsan da fark etmez. Ben varken kimse bir şey yapamaz.
Benim senin gözündeki değerimi, harcadığın para üzerinden değerlendirmenden her zaman rahatsız olmuştum. Hâlâ da öyle. Bu sebeple sana hakaret etmeden kendimi ifade etmekte zorlanıyorum.
Siz, yaptığınız zulümleri “Sen küçüksün, susman lazım”, “Sen küçüksün, büyüğüne saygılı olacaksın” gibi cümlelerle meşrulaştırmaya çalışıyordunuz.
Benim anlayışımda küçük-büyük, kadın-erkek diye bir ayrıcalık yoktur.
Haksızlık, haksızlıktır. Yanlış, yanlıştır.
Sen benim babamsın diye, diğeri abim diye, annem, amcam, teyzem diye... bana yapılan haksızlıkları ve yanlışları hoş görmek zorunda değilim. Bu benim takdirimdir. Bu anlayış İslam’da da vardır. Hukukta da vardır. Bunun adı nefsi müdafaadır.
Ben kendimi ve ailemi müdafaa ettiğimde sizin zorunuza gidiyorsa, bu benim sorunum değil. Bunları bana öyle davranmadan önce düşünecektiniz.
Senin iddia ettiğin gibi bana harcadığın 100 bin doların detaylarını istiyorum. Açık açık. Kalem kalem.
Ben arabanla kaza yaptığımda, “Alkollü müydün?” diye sordunuz. Amaç kaskodan para alabilmekti. Bu sorunun sorulması suç değil ama ahlaken, benim ve eşimin sağlığını ve geleceğini düşünmeden önce, kaskodan alınacak paranın peşine düşmek yanlıştır. Bu, aile bağıyla açıklanacak bir durum olamaz.
Ayrıca, kaskodan da paranı almışsın zaten. Aracın değer kaybını hala içinden atamadıysan, iban’ını gönder. Sana iddia ettiğin farkı başımın gözümün sadakası diye göndereceğim. Benden iğrendiğini dile getiriyorsun, ama ben evladı kaza yaptıktan üç gün sonra annesinin ev kirasını isteyen ve arabasının değer kaybını yıllardır içinde tutan bir babaya o parayı verirken iğrenmem. Sadakam olur.
Sen hâlâ baba mı zannediyorsun kendini?
“Baba ne kadar kötü olursa olsun, evlât ona hakaret edemez.” sözü yanlıştır. “Babanın evlâdına kötü davranma hakkı” diye bir hak yoktur. Eğer kötü davranıyorsa, evlâdından gelecek tepkilere de hazır olmalıdır. Sokaktaki hayvana bile kötü davransan, sana tepki gösterir. Bu doğaldır.
“Evlatlarınız size Allah’ın emanetidir. Merhamet etmeyen, merhamet bulamaz.”
Enfal Suresi, 28. Ayet:
“Çocuklarınızın ve mallarınızın sizin için birer imtihan olduğunu ve büyük mükâfatın Allah katında bulunduğunu biliniz.”
Ben 18 yaşındayken, beni evlâtlıktan reddettiğin zaman hiç mi vicdanın sızlamadı?
Ben güya senin oğlunum.
Hak yemem, hakkımı da kimseye yedirmem.
Hâlâ bana diyorsun ki:
“Annen seni doğurduğu için ve biz de senin masraflarını karşıladığımız için mühendis olabildin.”
Bu sizdeki nasıl bir kibirdir?
Siz Allah mısınız ki, benim kaderimi tayin edebileceğinizi zannediyorsunuz?
Peki ben katil, dolandırıcı, hırsız olsaydım, hapiste olsaydım?
O zaman da peşime böyle düşer miydin?
“Sana bir sürü para harcadım, ama karşılığını alamadım” dermiydin?
Ben cevabını vereyim: Hayır.
Yüzüme bile bakmazdın. Hapiste çürümem için beni orada bırakırdın.
Ve kendi vicdanını rahatlatmak için dua ederdin:
“Allah’ım, elimden geleni yaptım ama bu çocuk böyle çıktı. Lütfen bana günah yazma.” derdin.
Benim bile sende görebildiklerimi Allah görmüyor mu sanıyorsun?
Ben katil olmadım.
Hırsızlık yapmadım.
Kimseyi dolandırmadım.
Hayalimdeki üniversiteyi kazandım diye babam tarafından evlâtlıktan reddedildim.
İstanbul’dan korktuğunu bana hiçbir zaman söylemedin.
Ama eğer Boğaziçi Üniversitesi’nde mühendislik kazanmış olsaydım rızan olacaktı, bana öyle diyordun…
Babalık yapmak zoruna gitti.
Sen de paranla ve babalık unvanınla beni ezmeyi seçtin.
Keyfine göre kararlar aldın ve beni yok saydın.
Tekrar soruyorum: Bu mudur babalık?
Ev ile ilgili yazdıklarının hepsi külliyen yalan ve iftira.
Ben almak istediğim evi size gösterdim.
Ve sana şöyle dedim: “Madem benim evlenmemi ve düğünümü yapmayı çok istiyorsunuz, madem bana destek olmak istiyorsunuz, o zaman başka bir masraf yapmak yerine almak istediğimiz evin peşinatına katkıda bulunun. Gerisini biz zaten krediyle halledebiliyoruz. Böylece başka hiçbir masraf yapmanıza gerek kalmayacak…”
Aynen bunları söyledim.
Olayları çarpıtma. Yukarıda Allah var; boş yere yalan söyleme!
Ama sen benim söylediklerimi çarpıtarak,
“Ben daha üçüncü evimi almamışken, utanmadan benden ev istiyorlar. Üstelik başka oğullarım da var,” şeklinde anlamayı tercih ettin.
Ben ne dediğimi çok iyi biliyorum.
Benim evlenmemi çok isteyen ve bana destek olmayı çok isteyen bir aile olarak, nikâh, düğün ve ev kurma gibi ihtiyaçlarımıza nasıl katkı sunmayı düşünüyordunuz?
O zaman diğer oğullarınız yok muydu?
Sen paranı, istediğinde beni ezebilmek için koz olarak kullanıyordun.
Kendini ve paranı düşünmekten, evlâdını düşünmeye sıra geldiğinde sinirleniyordun.
Senin vermek istemediğini, ben isteyince deliye dönüyordun.
Ben sizin ne durumda olduğunuzu ne niyette olduğunuzu küçükken de çok iyi biliyordum.
Sen beni evlât değil, masraf ve yatırım olarak gördün.
Senin “para” konusunda hayatın yalan…
Param yok, zor durumdayım diye her yerde dert yanardın.
Ben de “Babam zor durumda,” diye düşünürdüm.
Ama sonra haber alırdım: Babam yeni araba almış… Babam yeni ev almış…
Evladının ihtiyacı olunca, düşmanına borç verir gibi davranırdın.
Ama kendi keyfin olunca, en iyisini almak için elinden geleni yapardın.
Sonra da bugün hâlâ: “Ben çok iyi babalık yaptım,” diyorsun.
Annem de bana hep:
“Ben sana çok iyi anne oldum, bunu herkes biliyor.” derdi.
Buna “samimiyetten ve sevgiden uzak, el iyisi olmaya çalışmak” denir.
Ben boşuna demiyorum sizin ciğerinizi bilirim diye…
Ben küçüklüğümde de bu tutumdan çok rahatsızdım.
Benim ihtiyacım olduğunda, babam bana ne kadar destek oldu?
Ben buna bakarım.
Beni aile sevgisinden, desteğinden mahrum bırakıp, sadece hayalimdeki üniversiteyi kazandım diye beni evlâtlıktan reddederken hiç mi vicdanın sızlamadı?
Bu mu senin evlât sevgin?
“Sevmeyi bilmiyordum,” diyorsun. “Evlat şımartılmaz,” diye büyütmüşler seni.
Senin sülalende üniversite kazandı diye evlâdını reddeden başka biri var mı?
Daha önce de söylediğim gibi, evlâdı İTÜ Makine Mühendisliği’ni kazandı diye evlâtlıktan reddeden senden başka birini ben görmedim, duymadım.
Sen bana zulmettin.
Ben de dayanamadım, kendi yolumu tek başıma çizdim.
Sonra Allah yüzüme güldü, hayatım daha iyiye gitti.
Sen ise kendince beni cezalandırmak için başkalarına muhtaç ettin.
Ve bunu “babalık” zannettin…
“Seni bulunca buldumcuk oldular tabii… İç güveysi oldun, senin gibisini kim istemez?” dediğinde, sana hakaret etmeden kendimi ifade edemiyorum.
Benim gibisini kim ister bilmem ama, öz babamın istemediği kesin…
Sizinle işim bittikten sonra sizi kullanıp kapının önüne koymuşum, öyle mi?
Bence epey az bile yapmışım…
Benim kayınpederim, Türk bayrağına sarılı tabutla, polislerin omuzlarında törenle defnedildi.
Ben onun evlâdı olduğum için gurur duyuyorum.
Senin oğlun olduğum için utanmaktan yoruldum.
Ben de senin yerinde olsam, beni kıskanırdım.
Bu kavramlar sana çok uzak ve sana üzülmüyorum artık.
Sen hala baba mı zannediyorsun kendini?
Yıllar geçmesine rağmen, benimle iletişime geçme sebebin, başarımı görmen ya da duyman oldu. Başarılarımı fark ettiğinde, bir şekilde yine benimle irtibata geçmek istedin. Çünkü içinden: “Acaba bu çocuktan bana da bir şey düşer mi?” diyorsun. Zira geçmişte bana yaptığın masrafların karşılığını alamadığını düşündüğün için hâlâ alacaklı gibi peşime düşüyorsun. Ancak anladın ki, benden sana bir şey çalışmayacak, bu sefer de iletişimi kesmeye çalışıyorsun.
Dediğim gibi, arabana çarptım diye bahsettiğin değer kaybını, istersen başımın gözümün sadakası olarak sana gönderebilirim.
Ayrıca, benim için harcadığını iddia ettiğin “100 bin doların” detaylarını faturalarıyla birlikte gönderirsen, şirketimden sana ödeme ayarlayabilirim.
Ama şu sorunun cevabını ver: Sen benim adamlığımı mı sorguluyorsun?
Ben, küçüklüğümde olduğu gibi bugün de senin adamlığını sorguluyorum.
Ben sana boyun eğmedim.
Ben boyun eğmedikçe, sen daha da sinirlenip üzerime geldin.
Ve hâlâ bana diyorsun ki:“Ben sana bir fiske bile vurmadım… Tokat bile atmadım.”
Bu söylediklerin de doğru değil.
Bak neler yaşadım seninle:
- 7 yaşındaydım. Girne Apartmanı’nda oturuyorduk. Arabayla dışarı çıkmamız gerekiyormuş. Ben gelmek istemedim. Sen beni döve döve arabaya bindirdin.
- Evde yastıkla top oynuyordum diye defalarca dövdün.
- Kibritle oynuyordum diye dövdün.
- Montumun içine senin istediğin kazağı giymedim diye tekme attın.
- Feribotla dönmemiz gerektiği zaman çocuktum, oyuna dalmışım, saati hatırlamıyordum. Feribotu kaçırdık diye çok fena dövdün.
- 11 yaşımdayken, sokağa lazer tuttum diye bir kadın rahatsız olmuştu. Gelip şikayet etmiş. Uyuyordum, gelip beni yataktan kaldırıp çok kötü dövdün.
- Ortaokuldaydım. Beni bir yere göndermek istedin. Gitmek istemeyince “Babana tavır mı yapıyorsun?” deyip dövdün.
- Beni badem şekeri almak için gönderdiğin yerden başka türlü badem şekeri aldım diye dövdün.
- TV’yi yakından izlediğimi gördüğün zaman, gözlerim bozulur diye endişe ederdin ama yakından izlediğimi düşündüğün her seferinde döverdin.
- Bilgisayarın faresinin kablosunu kesip kendi kendime tamir etmeye çalışmıştım. Görünce yine dövdün.
- Lisedeydim. Kavga etmiştim ve burnum kırıldı. Korkumdan sana söyleyemedim. Burnum o günden sonra yamuk kaldı ve %30 nefes kaybı ile yaşadım. Çok şükür, kendi imkânlarımla 14 yıl sonra ameliyat oldum da artık rahat nefes alabiliyorum.
Bunlar senin yaptıklarının sadece bir kısmı.
Annem mi?
O da sana olan öfkesini bana yansıttı:
- Sana olan öfkesinden dolayı sana bir şey yapamaz ama senin yanında beni döverdi.
- Oklava ile döverdi.
- Beni banyoya kilitler, karanlıkta bırakırdı.
Daha sayacak çok şey var ama bunlar sadece ilk aklıma gelenler.
Ve sen hâlâ diyorsun ki: “Ben sana tokat atmadım, fiske bile vurmadım.”
Şimdi diyeceksin ki:
“Bunlar ne ki… Bunlarda bir şey mi? Sen de çok narinmişsin. Bunlar da dayak mı?”
Ancak şu an herhangi biri bu anlattıklarımla beraber karakola gidip “Kendinden küçük çocuğu darp etmiş” diye hakkımda şikâyette bulunsa belki hapis bile yatarım.
Diğer çocukların sana, “Geçmiş, geçmişte kaldı” demiş. Sen de buna “olgunluk” diyorsun.
Onlara sor bakalım: 25 yıl önce benim başardıklarımı onlar başarabilseydi, sana bu olgunluğu gösterebilirler miydi?
Ben cevabını vereyim: Hayır
Siz, “öğrenilmiş çaresizliği” aile olmak zannediyorsunuz.
Bana diyorsun ki: “Sen iyi ol, biz önemli değiliz.” Ama ben evlenmek istediğimde bana şöyle dedin: “Benim mutluluğum önemli. Sen evliliğini tek başına mı götürmek istiyorsun, yoksa benim istediğim şekilde mi? Ben o gün, gözlerinin içine bakarak, ağlayarak dedim ki: “Baba, beni eşimle kendi arana koyma.”
Velhasıl...
Ağzından çıkan her kelimeyle, söylediğin her cümleyle ben senin de diğerlerinin de ciğerini bilirim.
Sana söylediklerim halka açıktır. Dilediğinle paylaşabilirsin.
Ben hikâye anlatmıyorum.
Gerçekleri anlatıyorum.
İstersen beni mahkemeye de verebilirsin.
Ama ben senin yerinde olsam, kalan ömrümü huzurla geçirmeye çalışır, söylediklerimi tekrar tekrar düşünürdüm.
Eğer anlamadığın yer olursa, istediğin kadar sor. Yine anlatırım.
Bunca yıl sonra babam benimle iletişime geçmişse, madem, benim de katkım olsun bu iletişime. Beraber netleştirelim.
Artık içimde sana ve size karşı artık bir öfke duymuyorum.
Söylediklerinle şunu fark ettim:
“Yazık… Kendilerince faydalı olmaya çalışmışlar ama bir türlü yapamamışlar. Çünkü niyetleri zarar vermek. Dışarıdan faydalı gibi görünmeye çalışıyorlar… Bunu yaparken de dışarıdan görülmeyeceğini sanıyorlar… Evlatlarına verdikleri zararı görememişler ve hâlâ zarar verebilmek için çırpınıyorlar…”
Artık gözümde şöyle canlanıyorsunuz:
5 yaşında öfkeli çocuklar… Sağa sola saldırıyorlar ve yaptıklarını oyun zannediyorlar.
Eğer istersen, sana ve ailene daha fazla destek de olabilirim.
Öğrendiklerimden derlediğim hikâye buraya kadar...
Okuduğunuzda, “Bu nasıl evlat? Babası ne yaparsa yapsın yine de babasının dediklerini yapmalıydı,” diyebilir ve aile içi şiddeti meşru görebilirsiniz.
Diğer taraftan, bu evladı; küçüklüğünden beri kendine saygısı yüksek, doğru ile yanlışı küçük yaşlardan itibaren ayırt edebilen, gerektiğinde nefsi müdafaa yapmayı bilen, duygusal manipülasyonlara karşı uyanık kalmayı başaran, yaşadığı travmalara ve haksızlıklara rağmen deneyimlerinden ders çıkaran ve öfkesini, kırgınlığını, hayal kırıklıklarını ifade ederek kendi gerçekliğini haykırmaya çalışan bir birey olarak da görebilirsiniz.
O, ailenin getirdiği konfor yerine kendi yolunu seçmiş, yani zor olan yoldan yürümüş ve ailesine, otoriteye başkaldırmış biridir.
Şiddetin her türlüsü zararlıdır. Bunu fiziksel, psikolojik ya da başka alt başlıklara ayırmak anlamsız olabilir. Şiddet, tahrip eder. Şiddete maruz kalmanın oluşturduğu tahribat, tüm canlılar için ortaktır. Her insan biriciktir. Aile bağı bile olsa, anlaşmazlıklar doğaldır.
Buradaki asıl mesele, kendini ve sevdiklerini savunabilmeyi bilmektir. Bununla beraber, kendine ve çevrene katkı sağlayabilecek üretimlerde bulunabilmektir. Katkı sağlayan bir insan olmanın ilk şartı da kendini koruyabilmektir.
Şiddetten kaçamayız. Ama onunla sağlıklı mücadele etmeyi ve doğru şekilde yönetmeyi öğrenebiliriz. İşte bu nedenle, bu hikayedeki evlat gibi olmaya ihtiyacımız var.
Her insan, yaşadığı olaylardan ve hayatına girip çıkan insanlardan az ya da çok etkilenir. Bu etkilerin her biriyle, Mevlânâ’nın Misafirhane şiirinde belirttiği gibi:
“Hepsi beklenmedik bir misafir.
Her geleni alnının akıyla misafir et.
Kim gelirse gelsin...
Çünkü bunların her biri öte taraftan bir kılavuz olarak gönderildi.”
Anlamak ve yönetmek gerekir.
Burada evladın ağzından yaşadıklarını dinlediğimde onunla gurur duymamak elimde değil. O da her insan gibi, sevebileceği, ihtiyaç duyduğunda destek alabileceği, güvenebileceği bir ailesi olsun isterdi.
Başımıza gelenlerin neden oluştuğunu anlamaya çalışmak anlamsız olabilir. Yaşadıklarımıza karşı bizde oluşan tepkileri gönülden kabul edebildiğimiz sürece, yaşamla daha uyumlu olabiliyoruz.
Yaşadıklarımız bizi büyütebilir, olgunlaştırabilir… Ya da tam tersi, savurup darmadağın da edebilir.
Hayat adil olmadığı gibi, bizlere de eşit yaklaşmıyor. Yani hayatın bazılarını daha çok sevdiği, bazılarını ise daha az sevdiği gibi bir durum söz konusu değil.
Hayat, nasıl gelirse gelsin, bize sadece bir seçenek sunuyor: “Uyumlu olmaya çalışmak”
Uyumlu olabilenler: Şikâyet etmek yerine kendini geliştirmeye çalışanlar, yaşadığı her zorlukta öğrenme ve büyüme fırsatı görebilenler… İşte onlar, bu hayatın keyfini çıkaranlardır.
Lider olabilenler: Uyumlu olmayı başardıktan sonra, kendine ve etrafına katkı sunabilmek için yaşayanlar… Zorluk yaşamadığı zaman rahatsız olanlardır… İşte onlar, bu hayatın keyfini daha fazla çıkaranlardır.
Hayatın keyfi, önce kendini severek, sonra başkalarına ve yaşama katkı sunmaya çabalayarak çıkar.
Ben bunlardan daha keyifli bir şey henüz yaşamadım.
Bir dua ile bitirmek isterim:
“Adaletten ayrılmayıp, layık olana hakkını verince,
Sonsuz kudret sahibi Allah işlerimizi kolaylaştırsın…
Gücümüz ve gönlümüzden inanç eksik olmasın…”
Paylaştıkça çoğalsın…