Hayatta bazı kapılar kapanır; bazılarınıysa biz kapatırız. Bazen bir veda, sadece bir vedadır; bazense ardında yılların birikimi, emek, gözyaşı ve bazen de cesaret barındırır. İşte tam da bu yüzden “gitmek” eylemi, sandığımızdan çok daha büyük bir erdem ister. Hele ki geride bıraktıkların, seninle beraber bir karakter taşıyorsa.
İşten ayrılmak, sadece bir masanın boşaltılması değildir. Bir duruşun, bir emeğin, bir sürecin tamamlandığını kabul etmektir. Ama asıl mesele; o ayrılışın nasıl yaşandığıdır. Çünkü bir insanı tanımak için onun nasıl girdiğine değil, nasıl çıktığına bakılır.
Ben, iş hayatında veda ederken ardında kapıyı sessizce çekebilmeyi, duvarlara değil insanlara iz bırakabilmeyi önemserim. Yeri geldi omzuma yaslanan oldu, yeri geldi omzuna yaslandım. Biliyorum ki insan ilişkileri “bir daha karşılaşır mıyız?” sorusundan çok, “bir daha adını güzel anar mıyım?” sorusuyla anlam kazanır.
Bugüne kadar yürüdüğüm yollarda, koltuğun ağırlığını değil, taşıdığım sorumluluğun kutsallığını hissettim. Ve her ayrılışımda, arkamdan “iyiki geçti bu kurumdan” denilmesini diledim. Bu yüzden giderken kapıları kırmadan, perdeyi usulca çekerek ve gözüm arkamda kalmayacak şekilde gitmeyi seçtim.
Ayrılırken;
Yapılan işleri devretmek,
Bilgi akışını şeffaf tutmak,
Kimseyi yarı yolda bırakmamak,
Ve en önemlisi… Ardında kırgınlık değil, takdir bırakmak gerekir.
Çünkü bir insanın profesyonelliği, ayrılırken belli olur. Kimse yerini doldurulamaz sanmasın; ama herkes arkasında bir iz bırakır. İşte o izi nasıl bıraktığın, senin karakterindir.
Bugün birileri ayrılmayı düşünüyorsa, onlara şunu söylerim:
“Gitmek cesaret ister ama güzel gitmek, karakter ister.”
Kapanan her kapının ardından yeni bir kapı açılır. Ama önemli olan, kapının değil, ardında kalanların ne söylediğidir.