Bir ofiste, aynı masaları, aynı ekran ışıklarını, aynı kahve kokusunu paylaşan insanlar… Her biri işini yapmaya, günü tamamlamaya, hayatını kazanmaya çalışır. Fakat bazen, o masa başlarında yalnızca dosyalar, mailler ya da projeler yer almaz. İnsanların içinden taşan, görünmeyen başka yükler de dolaşır odada.
O ofiste, aşırı takıntılı, obsesif kompulsif bozukluğu (OKB) olan bir çalışan vardır. Belki o, hayatı boyunca bu rahatsızlığın zorluğunu taşımış, kim bilir kaç geceyi defalarca kapı kilidi kontrol ederek geçirmiştir. İş arkadaşları, onun bu hâllerine bazen şaşkınlıkla, bazen sabırla, bazen de tükenmişlikle bakar. Çünkü onun dünyasında her şey ya tamdır, ya hiçtir. Her şeyin yeri bellidir. Her detay kontrol altında olmalıdır. Aksi halde zihin bir türlü susmaz.
Kalemlerin aynı hizada durması gerekir. Masanın üstünde bir dosya eğri durduğunda, konuşmalar bölünür, ortam gerilir. Mail gönderildiyse bile, en az üç kez kontrol edilmeden rahat edilmez. Oysa zaman akar. İşin temposu hızlıdır, bazen hiç kimsenin durup tekrar tekrar kontrol edecek sabrı kalmaz. İş arkadaşları için, günün sonunda asıl yorgunluk, evraklardan çok bu görünmeyen mücadelenin içinden gelir.
Bu durum ofiste tuhaf bir ikilik yaratır. Bir yanda, “Ona anlayış göstermeliyiz, bu onun suçu değil,” diyen vicdanlı bir ses dolaşır. Diğer yanda, “Ama işler yetişmiyor, bu şekilde çalışamıyoruz,” diyen gerçekçi bir ses yükselir. Empatiyle sınırlar arasında incecik bir ipte yürünür adeta.
O ofiste bazen bakışlar dolar. Kimi zaman öfke, kimi zaman suçluluk vardır gözlerde. Çünkü kimse istemez bir çalışma arkadaşını kırmayı. Ama kimse de gün boyu aynı soruları yanıtlamaktan, aynı işlemleri tekrar tekrar yapmaktan yıpranmak istemez. İnsan kalbinin sabrı bile sınırlıdır.
Yine de unutmamak gerekir: OKB, küçük bir takıntıdan ibaret değildir. Dışarıdan “abartı” gibi görünen davranışların ardında, bitmek bilmeyen bir kaygı fırtınası, bir türlü susmayan zihinsel sesler vardır. O ofisteki arkadaş, kendi iç dünyasında zaten her gün ayrı bir savaş verirken, çoğu zaman özür diler gibi bakar çevresine. Ama özür yetmez. Çünkü sistem hızlı akar, süreler doludur, patron bekler. Ve iş hayatı, her zaman duygulara yer bırakmaz.
Böyle bir ortamda aslında herkes biraz yaralı çıkar. OKB’li çalışan, kendine kızar, “Yine işimi aksattım” diye üzülür. İş arkadaşları ise vicdanlarıyla iş yükleri arasında kalır. Ve ofis duvarları, tüm bu görünmeyen yüklerin sessiz tanığı olur.
Hayat, bazen iş yerinde bile insanı büyütür. Çünkü gerçek profesyonellik, sadece rapor yetiştirmek değil; bazen birbirimizin yüklerini anlamak, bazen de kimseyi tüketmeden sınır çizebilmektir. O ofisteki hikâye, tam da bunun hikâyesidir.
Ve işin en acı yanı şudur ki, bazen en sessiz savaşlar, en kalabalık ofislerin ortasında verilir.