Hayat biriktirmekle başlıyor; deneyim, başarı, eşya, insan, unvan… Sonra bir bakıyorsun, ne kadar biriktirdiysen, omuzların o kadar ağır. İş yaşamında da öyle. Sorumluluklar, projeler, “yetiştirmen gereken” dosyalar, e-postalar, toplantılar, bazen de başkalarının senden beklediği roller…
Ama asıl mesele, bu yüklerin hangisinin gerçekten sana ait, hangisinin taşımak zorunda olmadığın olduğunu ayırt edebilmek. Çünkü insan, yüklerinden kurtuldukça yalnızca daha hafiflemekle kalmıyor; iş yaşamında da daha verimli, daha yaratıcı, daha huzurlu oluyor.
Ben bunu ilk kez yıllar önce fark ettim. Günümün neredeyse tamamını dolduran işleri sorguladığımda, çoğunun aslında “alışkanlıktan” yapıldığını gördüm. Gereksiz toplantılar, bir türlü devredilemeyen işler, “ya eksik olursa” korkusuyla üstlenilen fazlalıklar… Hepsinin arasında kaybolurken, günün sonunda eve yorgun, bezgin dönüyordum. Ne kendime, ne sevdiklerime enerji kalıyordu.
Sonra küçük bir soruyla başladım: Bu yük gerçekten benim mi?
Bu sorunun cevabını ararken iş yaşamında bazı şeyleri sadeleştirmeye başladım. Yetki devretmekten çekinmedim. Her e-postaya anında cevap verme takıntısından vazgeçtim. İş günümün içine nefes alacak alanlar açtım. “Hayır” diyebilmeyi öğrendim.
Ama en önemlisi, iş yerinde gerçekten olmak istemeyen, kuruma aidiyet hissetmeyen, sadece maaş almak için var olan insanlarla yolları ayırmanın da bir yükten kurtulmak olduğunu gördüm. Çünkü bazen yük, dosyalar, toplantılar değil; doğru yerde durmayan insanlarmış.
Amacına uygun çalışmayan, işi sahiplenmeyen personellerin varlığı, bir kurumun en büyük görünmez yükü. Onların bıraktığı boşluğu ise, yüreğiyle çalışan, işine tutkuyla bağlanan, aidiyet duygusunu hisseden ekip arkadaşları dolduruyor. Ve işte o zaman, iş yerinde hafiflik ve huzur daha da çoğalıyor.
Mutlu bir iş yaşamı, akşam sofralarına yansıyor. Çocukların yüzüne, arkadaş sohbetlerine, hatta yürürken bakışına… İş yerinde soluksuz kalan, akşam eve soluksuz dönüyor. Ama iş yerinde nefes alan, eve de nefes oluyor.
Belki sen de bu yazıyı okurken sırtında birikmiş yükleri düşünüyorsun. Belki bugün, masandaki kağıt yığınlarının veya sürekli çalan telefonun arasında boğulmuş hissediyorsun. Ya da etrafındaki insanların seni ne kadar yorduğunu fark etmeye başladın. O zaman sana küçük bir davetim var:
Bugün kendine sor: Bu yük gerçekten benim mi?
Belki sadece tek bir yükü bırakmak bile sana tahmininden fazla hafiflik ve mutluluk getirecek. Ve unutma… Hafifleyen insan, hayatın her alanında daha çok yer açar: kendine, sevdiklerine, hayallerine. Ve hafifleyen kurumlar, yüklerini yüreğiyle paylaşan gerçek insanlarla yükselir.
Hayat kısa. Hafif yaşa. Doğru insanlarla yaşa.