Bir girişim bazen bir fikirden değil, bir ihtiyaçtan doğar. Bazen hayat, sizi bir şeyler yapmaya mecbur bırakır. Zinde Zihin’in hikâyesi tam olarak böyle başladı.
Deprem döneminde Hatay’da aktif olarak görev aldığım bir dernekte sahadaydım. Her gün farklı hikâyeler, farklı acılarla karşılaşıyorduk. İnsanların yalnızca fiziksel değil, ruhsal olarak da yıkıldıklarını görmek, bende derin bir etki yarattı. En çok duyduğum cümlelerden biri hâlâ kulaklarımda:
“Birisiyle konuşmaya ihtiyacım var, ama kimseye ulaşamıyorum.”
İşte o anda bir şey netleşti. Bu insanlar için bir şey yapılmalıydı. Ulaşılabilir, güvenilir ve ücretsiz bir psikolojik destek hattı oluşturmak gerekiyordu. Böylece hiçbir ticari kaygı olmadan, tamamen gönüllülük esasına dayalı bir şekilde ilk adımı attık. Psikologlar, psikolojik danışmanlar ve diyetisyenler bir araya geldi; depremden etkilenen bireylere uzaktan destek sağladık.
Zinde Zihin’in temelleri işte o süreçte atıldı. İlk dönem yalnızca gönüllü dayanışma üzerinden yürüyen bir yapıydı. Ancak zaman ilerledikçe, sahadaki ihtiyaç azalmadı — aksine çeşitlendi. Depremin altıncı ayından itibaren, bu gönüllülük ağı online psikolojik ve diyetetik hizmete dönüştü. Artık sadece Hatay bölgesine değil, Türkiye’nin tüm depremden etkilenen bölgelerine ulaşabilen bir sistem inşa etmiştik.
O dönemde fark ettim ki, değişime uyum sağlamak bir girişimin doğasında olmalı. Bizim için bu dönüşüm, bir tercih değil, bir zorunluluktu. Zamanın ruhu artık değişmişti: insanlar online iletişimi benimsemiş, dijital ortamda destek almaya açık hale gelmişti. Biz de bu dönüşüme direnmeyi değil, onu yönlendirmeyi seçtik.
Teknolojik altyapımızı güçlendirdik, kullanıcı deneyimini sadeleştirdik, gizlilik ve etik konularında standartlarımızı yükselttik. Çünkü artık mesele sadece “online terapi sunmak” değildi; mesele, dijital dünyada insani bir deneyim yaratmaktı.
Bugün geriye baktığımda görüyorum ki, Zinde Zihin’in ayakta kalmasını sağlayan şey sadece bir fikrin gücü değil, değişime uyum sağlama refleksi oldu. Zamanın ruhunu yakalayabildiğinizde, girişiminiz sadece bugünün değil, geleceğin de bir parçası haline gelir.
Değişimden korkmak, bir fikrin sınırlarını daraltır. Ama değişimi anlamak ve onunla birlikte evrilmek, o fikri kalıcı kılar. Girişimcilikte en büyük risk bazen hiçbir risk almamaktır. Çünkü dünya hızla dönerken, yerinde duran aslında geriye gider.
Haftaya bu konunun devamı niteliğinde bir yazı ile buluşacağız. Çünkü değişime uyum sağlamak kadar, yeniliği bir kültür haline getirmek de girişimciliğin en önemli adımlarından biridir. Bir sonraki yazımın konusu:
“Bir Girişimi Geleceğe Taşımak: Yenilikçilik Kültürü Nasıl Oluşur?”